(Bu yazı, CHP’nin düzenlediği Adalet Kurultayı kapsamında 29.08.2017 günü gerçekleştirilen ve TMMOB Makina MO Enerji Çalışma Grubu adına katıldığım Madencilikte Adalet Çalıştayı için hazırlanan konuşma metninin gözden geçirilmiş biçimidir.)

 

Madencilikte adaletin ne ölçüde sağlanabildiğini anlayabilmek için, madencilik ile ilgili var olan hukukun ne kadar adil olduğuna ve ne kadar uygulandığına, başlıca tarafların haklarının ne ölçüde gözetildiğine bakmak gerekir. Konuşmamda bu konulardaki görüşlerimi açıklamaya ve sektörde adaletin tesis edilebilmesi için yapılması gerekenleri belirtmeye çalışacağım.

Ama sonda söylenecek olanı başta söylemekte yarar olabilir: Madenciliğimiz, belki de mevzuatın en sorunlu olduğu, hukukun en az gözetildiği, adaletten söz edilemediği alanlardan biridir. Faaliyetleri çok göz önünde olmadığı için, bir kaza, bir anlaşmazlık olmadığı sürece bunun fark edilmesi çok kolay değildir. Ayrıca, bu olumsuzluklardan rahatsız olanların sayısı da ne yazık ki fazla değildir. Ne de olsa, hukuk devleti olmayı lâyıkıyla beceremeyen, son yıllarda bu ilkeden hayli uzaklaşan bir ülkede yaşıyoruz.

Sektörde hak ihlallerinin olduğu alanların bir kısmı madenciliğe özgü iken bir kısmı diğer sektörlerde de görülebilmektedir. Burada ayrım yapılmadan birlikte ele alınacaktır. Ancak, madenciliğe özgü olanlara ağırlık verilecektir.

Madencilik sektöründe başlıca taraflar; (i) Toplum; (ii) Çalışanlar, (iii) Ruhsat sahipleri/yatırımcılar ve (iv) Devlet olarak tanımlanabilir. Devlet, adaleti tesis etmekle yükümlü organ olduğu için, onun açısından adaletin varlığının yokluğunun irdelenmesi anlamlı görünmüyor. Dolayısıyla da adalet, burada sayılan diğer taraflar, yani toplum, çalışanlar ve ruhsat sahipleri açısından ele alınacaktır.

1) Madencilikte toplum açısından adalet

Toplum, madencilikte en başta gelen ve en önemli taraftır. Çünkü diğer doğal kaynaklar gibi mineral kaynakların da tüm insanlığa miras olduğu, bu mirastan yararlanma hakkının, söz konusu topraklarda egemenlik hakkını elinde bulunduran toplumlara ait olduğu, bu kaynaklarda, yalnızca bugünkü toplumun değil, gelecekteki toplumların/kuşakların da hakkı olduğu kabul edilir. Bu nedenlerle madenlerin aranıp işletilmesinde toplum yararının da gözetilmesi olmazsa olmaz bir koşul olmalıdır.

1.1) Madencilikte toplum yararı nasıl gözetilir?

Madencilikte toplum yararı mevcut siyasi yapı içerisinde şöyle gözetilebilir:

a) Çıkarılacak yasaların toplum yararına olması sağlanarak. Bu da ancak, yasa taslaklarının topluma tüm olumlu ve olumsuz etkilerinin analiz edilmesi, toplumun hangi kesimini nasıl etkileyeceğinin belirlenmesi, etkilerinin mümkün olabilecek en geniş katılımla tartışılması ve sonuçta mümkün olabilecek en geniş oydaşma ile yasalaştırılmasıyla mümkün olabilir.

b) Yalnızca topluma faydası maliyetinden fazla olan projelerin gerçekleşmesine izin verilerek. Bu da madencilik projelerinin tüm fayda ve maliyetlerinin yani ekonomiye, topluma, çevreye ve bölgeye tüm olumlu ve olumsuz etkilerinin analiz edilip karşılaştırılması ve sonuçta yalnızca topluma faydaları maliyetlerinden fazla olan projelere ruhsat/izin verilmesiyle mümkün olabilir. Bilindiği gibi, madencilik faaliyetlerinin topluma, ekonomiye, çevreye ve bölgeye pek çok olumlu ve olumsuz etkileri (dışsallıkları) olur. Bir projenin ekonomi ya da toplum açısından önemli olan çevresel etkileri, ileri-geri bağlantı etkileri, çoğaltan etkisi gibi negatif ve pozitif dışsallıklarını da hesaplamalara katabilen Ekonomik ve Sosyal Fayda Maliyet Analizleri, bu amaca hizmet edebilecek analiz tekniklerinden en önemlileri olarak kabul edilir.

c) Mineral kaynakların korunması yani tahrip edilmesi önlenip, en verimli biçimde işletilmesi sağlanarak. Bu da mineral yatağına ilişkin arama ve araştırmalar ile yatağın işletilmesine yönelik fizibilite araştırmalarının yetkin olması; uygulanacak teknolojinin çağdaş olması; yatırımcıların mali, teknik ve kurumsal açıdan yeterli olması; ilgili idarelerin inceleme ve denetleme görevlerini hakkıyla yapmasıyla mümkün olabilir.

d) Madenlerin ham ihracının önlenmesi, yurt içinde mümkün olabildiğince işlenip mümkün olabildiğince çok katma değer yaratması sağlanarak. Bu da mineral kaynaklara dayalı imalat sanayinin gelişmişliği ile ilgilidir.

f) Mineral kaynakların ve metallerin en verimli biçimde kullanılması, yeniden kullanılması ve geri dönüşümü sağlanarak ve gerektiğinde bertaraf edilerek. Bu da toplumun bilinç düzeyinin artması ve Devletin gerekli önlemleri almasıyla mümkün olabilir.

g) Geciken adalet adalet sayılamayacağı için var olan maden potansiyelinin bir an önce harekete geçirilmesi sağlanarak. Bu da yetkin bir madencilik politikası ile mümkün olabilir.

Bu sayılanlar aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmanın ilkelerindendir. Bilindiği gibi, sürdürülebilir kalkınma anlayışının temel bileşenlerinden biri, doğal kaynakların daha iyi yönetilmesidir.

1.2) Var olan mevzuat, madencilikte toplum yararının gözetilmesine uygun mu?

Bu soru, az önce sözü edilen toplum yararının gözetilme biçimleri bağlamında şöyle yanıtlanabilir.

a) Hazırlanacak kanun ve kanun ve kanun hükmünde kararname (KHK) taslaklarının toplum yararına olmasını sağlayabilecek bir hüküm, Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’te var. Bu yönetmeliğin 24’üncü maddesine göre, kanun ve KHK taslakları için kısmî ya da tam Düzenleyici Etki Analizi yapılması gerekiyor. Düzenleyici Etki Analizi kapsamında, söz konusu düzenlemenin topluma ve toplumun çeşitli kesimlerine doğrudan ve dolaylı çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerinin analiz edilmesi ve etkilerin mümkün olduğunca rakamsal ve parasal olarak ifade edilmesi gerekiyor.

Bu hükmün ne kadar uygulandığının cevabını sayın vekillerimiz daha iyi verebilir. Bizim görebildiğimiz kadarıyla, gece yarıları Torba Kanunlara aniden eklenen hükümlerin kavga-gürültü arasında kabul edilerek yasa yapmanın/değiştirmenin alışkanlık haline geldiği ülkede, kanun ya da KHK taslakları için ciddi biçimde Düzenleyici Etki Analizlerinin yapıldığı ve bu etkilerin geniş bir katılımla tartışıldığı herhalde söylenemez. Sayın Vekillerimiz bu konuda bilgi vermek isterler mi?

b) Mineral kaynakların korunması, en verimli biçimde işletilmesi, işletilmesinde toplum yararının gözetilmesi ve tutumlu kullanılmasına ilişkin mevzuat şöyle özetlenebilir:

- Anayasamıza göre (m. 168) tüm doğal servet ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır; bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir; Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Bu hükümler, doğal servet ve kaynakların topluma ait olduğunun kabulü ve Devlete emanet edildiği anlamına gelmektedir. Ancak, bu kaynakların korunmasına, en verimli biçimde işletilmesine, işletilmesinde toplum yararının gözetilmesine ve çıkarılan kaynakların tutumlu kullanılmasına yönelik bir düzenleme ne Anayasamızda, ne Maden Yasası’nda ne de ilgili yönetmeliklerde var. Yalnızca, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Maden İşleri Genel Müdürlüğünün kuruluş kanunlarında belirtilen görevleri arasında çok net ifadeler olmamakla birlikte madenlerin işletilmesinde toplum yararının değil ama ülke yararının gözetilmesine dair bazı hükümler var. Maden arama ve işletme ruhsatı verilecek kişilerde mali yeterlilik aranmasına ilişkin hükümler Maden Yasası’na yakın geçmişte (2010 ve 2015 yıllarında) eklendi. Teknik ve kurumsal yeterlilik ise halen aranmamaktadır. Bir kamu kuruluşunun, bir çatı aktarma ihalesinde bile mali yeterliliğe ek olarak deneyim, teknik ve kurumsal yeterlilik şartları aranırken mineral kaynakları arayıp işletecek kişilerde bu şartların aranmaması normal kabul edilemez.

- Kamu kesimine ait yatırım projelerinin topluma çeşitli etkilerini analiz etme koşulu mevzuatta var görünüyor. Ama özel kesime ait projeler için böylesi bir koşul yok. Kamu projelerine ilişkin koşul, son yıllarda kamu yatırımları için yayımlanan Yatırım Programı Hazırlama Rehberlerinde yer almaktadır. 2017-2019 Dönemine ait Rehbere göre proje maliyeti 10 milyon TL ve üzerinde olan yeni yatırım projesi tekliflerine ait fizibilite raporlarında; finansal analize ek olarak Ekonomik Analiz (Ekonomik Maliyetler, Ekonomik Faydalar, Ekonomik Fayda-Maliyet Analizi, Maliyet Etkinlik Analizi, Projenin Diğer Ekonomik Etkileri), Sosyal Analiz (Sosyal Fayda-Maliyet Analizi, Sosyo-kültürel Analiz, Projenin Diğer Sosyal Etkileri) ve Bölgesel Analiz (Projenin bölgesel düzeydeki doğrudan ve dolaylı etkileri) de yapılmalı.

- Tüm sektörlerdeki yatırım projelerinde olduğu gibi, belirlenen eşik değerlerin üstündeki madencilik projeleri için de Çevresel Etki Değerlendirilmesinin yapılması ve bunun için ilgili bakanlıktan ÇED olumlu kararının alınması gerekiyor. Ancak ÇED raporlarında da, projelerin ekonomik, sosyal ve bölgesel etkilerini belirlemeye yönelik analizlerin yapılmasına ilişkin düzenleme yok.

- Maden işletmeleri için kamulaştırma kararlarında, ekonomik ve sosyal fayda maliyet analizlerini de içeren kapsamlı ekonomik, sosyal ve bölgesel analizlerin yapılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme yok. Yürürlükteki mevzuata göre, kamulaştırılması istenilen alandaki madenin işletme projesi ve rezerv durumu, bu alandaki madenin üretilip üretilmemesi durumunda bölgeye ve ülke ekonomisine fayda ve zararları gibi teknik ve sosyal içerikli tüm etkenler değerlendirilerek karar verilmesi gerekiyor. Ancak, kararlarda anılan etkenlerin nasıl dikkate alındığına ilişkin bilgi bulunmamaktadır.

- Kamu kaynaklarından finansal destek verme işlemlerinde de toplum yararı aranması gerektiğine dair bir hüküm ne ilgili mevzuatta ne de ilgili kurumların (kamu bankaları, kalkınma ajansları) mevzuatlarında yer alıyor. Bu konudaki tek olumlu istisna teşvik mevzuatı, denebilir. Teşvik mevzuatı çok kriterli fayda maliyet analizini öngörmüyor; ama katma değer, ülkenin uluslararası rekabet gücü, ithal ikamesi, bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azaltılması ve çevrenin korunması gibi tek kriterli bazı ekonomik analizlerin yapılmasını emrediyor. Bu mevzuatın ne ölçüde ciddiye alındığına dair bilgi bulunmamaktadır.

c) Madenlerin ham ihraç edilmesini önleyip yurt içinde mümkün olabildiğince çok katma değer yaratmasını sağlayacak bir düzenleme mevzuatımızda yok. Maden Yasası’nda 2015 yılında yapılan değişiklik ile MİGEM ruhsat ihalelerinde gerektiğinde ara ve uç ürün üretme şartını şartnamelere ekleyebilecek. Ancak imalat sanayisinin ve sanayicinin yapısı, dolayısıyla da sanayileşme politikası değişmedikçe, bu hükmün uygulanmasıyla ülkede yaratılabilecek ek katma değer çok sınırlı olabilir. Ayrıca, bu hükmün uygulanmasında sorun yaşanma olasılığı da yüksek görünüyor.

d) Mineral kaynak potansiyelinin bir an önce harekete geçirilmesine ve bu kaynaklar ile metallerin en verimli biçimde kullanılmasına, yeniden kullanılmasına ve geri dönüşümünün sağlanmasına dair bir düzenleme de mevzuatımızda yok.

1.3) Var olan mevzuat lâyıkıyla uygulanabiliyor mu, uygulama sonuçları nedir?

Var olan mevzuatın uygulanması ve uygulamanın sonuçları da şöyle özetlenebilir.

a) ETKB işletme ruhsatı/izni verme sürecinde projelerin topluma fayda ve maliyetlerini karşılaştıran analizler yapmamakta. İşletme ruhsatına dayanak oluşturan işletme projelerinin niteliği ile mineral sahalarının arama-araştırma düzeyleri hep yakınma konusu olagelmiştir. Sahaların en verimli biçimde işletilmesi güvence altına alınmamaktadır. Halen madenlerimizin büyük çoğunluğu küçük ölçekli firmalar tarafından, emek yoğun, bir anlamda çağ dışı yöntemlerle, Odamız Yönetim Kurulunun tabiriyle “Santa Barbara Dönemi” madenciliği ile mineral yatakları tahrip edilerek, iş kazalarına davetiye çıkarılarak işletilmektedir. Madenlerimiz de çoğunlukla ocaktan çıkarıldığı gibi ya da sınırlı bir değerleme işlemine tabi tutularak ihraç edilmektedir.

b) ÇED raporları, Bakanlığın bu raporlara dayanarak verdiği ÇED Olumlu Kararları, yargı sürecindeki bilirkişi raporları ve yargı kararları ile ilgili olarak toplumun çoğunluğunda oluşan kanaat/algı olumsuzdur. Bu olumsuz algının/kanaatin temel nedeni, uygulamadaki pek çok kötü örneğin de etkisi ile anılan kurumlara olan güven düzeyinin çok düşük olmasıdır. Toplumun ve yerel halkın doğru bilgiye erişim kanallarının tam açık olmaması da, toplumun işini zorlaştırmaktadır. Bu durum, Anayasa’da güvence altına alınan “Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”nın da madencilikteki kötü uygulamalar nedeniyle ihlal edilmekte olduğunun göstergesidir. Sonuçta, insanlar güçleri yettiklerinde ya da örgütlenebildiklerinde, haklarını sokakta aramaya çalışmaktadır. Oysa ÇED raporlarının bilimsel ve teknik çalışmaların ürünü olması ve bunun doğruluğundan kuşku duyulmaması gerekir.

Var olan mevzuatın uygulanmasıyla ortaya çıkan durumun çarpıklığı şöylesi bir örnekle açıklanabilir: Devlet; topluma ait olan mineral kaynakların işletilmesi için ruhsat/izin ile birilerine ayrıcalık veriyor; onları yatırıma teşvik etme adına bazı gelirlerinden feragat ediyor; çevrenin bir ölçüde de olsa kirlenmesine/tahrip edilmesine rıza gösteriyor; bazı insanları yerinden yurdundan etme pahasına özel kişilere ve/veya kendisine (Devlete/topluma) ait bazı arazileri ruhsat sahiplerine kamulaştırma vb yolla tahsis ediyor; projelerine kredi ya da hibe vererek finansman desteği sağlıyor. Ama topluma ait bunca kaynağı bir projeye tahsis ederken, mineral kaynağının korunmasını, en verimli biçimde ve toplum yararına işletilmesini gözetmiyor, bu işlemlerde toplum yararının var olup olmadığını incelemiyor ya da nesnel kriterlerle ölçmüyor. Bir projede toplum yararı varlığının nesnel kriterlerle kanıtlanmaması, öznel kriterlere dayandırılması, o projenin toplum yararına olmayabileceği, bir başka ifade ile belli kişilerin çıkarına/yararına hizmet edebileceği anlamına gelir ki, bu da hukuk devleti tanımı ile bağdaşamaz. Böylesi durumda da adaletten söz edilemez.

2) Madencilikte çalışanlar açısında adalet

Maden işletmelerinde çalışanlar açısından adalet şöyle irdelenebilir:

Çalışanlar açısından adalet Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını kullanabilmesi ile mümkün olabilir. Tüm sektörlerde çalışanlar için geçerli olan bu haklar ilgili çalıştaylarda ayrıntılı olarak ele alınmış olmalıdır. Burada kısa açıklamalar yapmakla yetinilecektir.

- Yaşama hakkı ve sağlığın korunma hakkı; mevzuatın yetersizliği, emek yoğun teknolojilerin uygulanması ve denetimlerin yetersizliği gibi nedenlerle gözetilmemektedir. Son yıllarda, madencilikteki teknolojik gelişmelerle, maden iş yerlerindeki kaza oranının dünyada azalmış olmasına karşın bizde hız kesmemesi ve iş kazalarında dünyada önde gelen ülkelerden biri olmamız, bu hak ihlallerinin en önemli göstergesidir.

- Örgütlenme özgürlüğü, toplu pazarlık ve toplu eylem haklarının kullanılması; yasalardaki zaaflar, işverenlerin bu hakları sindirememesi ve baskıları, sarı sendikaların devreye girmesi, sendika seçme özgürlüğüne yapılan baskılar, taşeronlar üzerinden istihdam, grev yasakları, iş kolu barajı, sendikalara uygulanan baskılar nedeniyle, özellikle küçük ve orta boy işletmelerde çoğunlukla engellenmektedir.

- Eşit işlerde eşit ücret hakkı, ayrımcılık (ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal görüş, ulusal kimlik ve sosyal köken temelinde ayrımcılık) yasağı; özellikle kamu iş yerlerinde ihlal edilmektedir. Kamuda işe alımlarda, görevde yükseltmelerde, yurt dışı görevlerde, kurs ve seminer vb eğitimlerde hukukun geçerli olmadığı yıllardır bilinmektedir. Ayrımcılığın son örneği, on binlerce kişinin OHAL rejiminde KHK’lar ile kamu görevinden çıkarılmasıdır.

- Mühendislerin, yasalarla verilen yetkilerini fiilen kullanması engellenmektedir. Ancak her hangi bir olumsuzlukta, ilgili mühendisler sorumlu tutulabilmektedirler.

Bu nedenlerle, çalışanlar açısından da adaletin pek çok alanda bulunmadığı söylenebilmektedir.

3) Ruhsat sahipleri/yatırımcılar açısından adalet

Yatırımcılar/ruhsat sahipleri açısından da adaletin olmadığı algısı sektörde yaygındır. Bu konu burada, ulusal madencilerin sorunları bağlamında ele alınmaktadır. 2017 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Bakanlar Kurulu Kararı Ekinde (30.10.2016 tarihli Resmi Gazete), “Madencilik sektörünün sorunlarını çözmek için ulusal madencilerin sorunlarını çözmek gerekmektedir.” denilmekte ve ulusal madencilerin sorunları şöyle tanımlanmaktadır:

a) Madenciden alınan vergi ve harçlar çok yüksektir.

b) Maden Kanunu adeta ceza kanunu gibi uygulanmaktadır.

c) Madencilerin, başta Maden Kanunu olmak üzere kanunlarla ilişkisi, bürokrasi bataklığına gömülmüştür.

d) Madencilik faaliyetleri için başka kurumlardan alınması gerekli izinlerde zorluklar yaşanmakta ya da izin verilmemektedir.

e) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı madenciye üvey evlat muamelesi yapmaktadır.

f) Bakanlık maden işletmelerindeki denetimleri, yol göstermek için değil, adeta ceza vermek için yapmaktadır.

g) 2012 yılındaki Başbakanlık Genelgesi hâlâ yürürlüktedir.

h) Toplumda oluşan genel algı; madenci çevreyi kirleten, tahrip eden potansiyel suçlu gibi görülmektedir.

i) Orman bedelleri çok yüksektir.

j) Sektörde yatırım güvencesi yoktur.

k) İlgili mevzuat hazırlanırken sektörün görüşlerine değer verilmemektedir.

Bu konularda burada bir yorum yapılmayacaktır. Ancak sektöre önemli bir darbe vurduğu sıkça dile getirilen 2012 yılı Haziranında yayımlanan Başbakanlık Genelgesinin yol açtığı adaletsizlik algısına dikkat çekmekle yetinilecektir. 2012 yılına kadar otomatik bir süreç olan ruhsat verme işi, 2012 yılında Başbakanlık iznine tabi kılınmıştır. Bu genelge iptal edilmesi gerekirken Maden Yasası’nda 2015 yılında yapılan değişiklikle söz konusu izin yetkisi Bakana verilerek yasal hale getirilmiştir. Bu durum da sektörde zaten sorunlu olan adaleti daha da sorunlu hale getirmiştir.

3) Sonuç ve öneriler

Özetlenecek olursa; ülkemizde madenciliğe ilişkin temel hükümleri düzenleyen ne Anayasa'da, ne Maden Kanunu'nda, ne Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nde ve ne de ilgili kamu idarelerinin mevzuatında, madenlerin korunması, en verimli biçimde işletilmesi, işletilmesinde toplum/kamu yararının gözetilmesi ve tutumlu kullanılması gerektiğine ilişkin bir düzenleme bulunmaktadır. Bu durum, Anayasa'mızda kıyılara, tarih, kültür ve tabiat varlıklarına, tarım arazilerine, çayırlara, meralara, toprağa ve orman varlıklarına verilen önemin, mineral kaynaklara verilmediğini; toplumun geneli gibi, anayasa yapıcıların da, mineral kaynakların öneminin yeterince farkında olmadığını göstermektedir. Çünkü bu sayılanlar, Anayasamızda korunmakta ve bunlardan yararlanmada toplum/kamu yararı gözetilmektedir. Oysa yenilenemez/tükenebilir olma özelliği nedeniyle mineral kaynaklar, korunmayı ve en verimli biçimde işletilmeyi, yenilenebilir kaynaklardan daha çok hak etmektedir. Mevzuatta olmayan bu ilkeler uygulamada hiç dikkate alınmamaktadır.

Anayasa, yasa ve uluslararası sözleşmelerle çalışanlara verilen haklar, mevzuatın yetersizliği ve uygulamadaki zaaflar nedeniyle gözetilmediği için ve madenciler/ruhsat sahipleri de içinde bulundukları durumdan hoşnut olmadıkları için, sektördeki tüm taraflar açısından adaletin olmadığı söylenebilmektedir.

Sektörde adaletin sağlanabilmesi için yapılması gerekenlere ilişkin öneriler de şunlar olabilir:

- Yasama faaliyetlerinde toplum yararının sağlanabilmesi için, Kanun, KHK vb düzenleme taslaklarında toplum yararının varlığı/yokluğu kararları, Düzenleyici Etki Analizleri sonuçlarına dayandırılmalı; bu konudaki tartışmalara şeffaf biçimde toplumun en geniş kesiminin katılması sağlanmalı ve taslaklar en geniş oydaşma ile yasalaşmalıdır.

- Anayasa'nın 168. maddesinde, tabiî servetlerin ve kaynakların korunması, bunların en verimi biçimde işletilmesi, işletilmesinde kamu/toplum yararının da gözetilmesi gerektiğine ilişkin hükümler de yer almalıdır.

- Maden Yasası (aslında adı Madencilik Yasası olmalı) ve ona bağlı olarak da Uygulama Yönetmeliği, Anayasa'ya eklenecek hükümleri de içerecek biçimde yenilenmelidir. Benzer hükümler, madencilikle ilgili mevzuatı uygulamakla görevli tüm kamu idarelerinin mevzuatında da yer almalıdır.

- Mineral sahalarındaki arama ve araştırma faaliyetleri yetkin olmalı ve işletme ruhsatlarının verilmesi nitelikli fizibilite çalışmalarına dayandırılmalıdır. Kamu yatırım projelerinin fizibilite raporlarında zorunlu görülen ekonomik, sosyal ve bölgesel analizlerin, en azından belirlenecek eşik değerlerin üstündeki, özel sektör madencilik projelerinde de zorunlu olması sağlanmalı; topluma yararlı olacağı bu tür analizlerle kanıtlanmayan projelerin gerçekleştirilmesine ruhsat/izin/destek verilmemelidir. Her proje için ÇED ile bağlantılı olarak bir kez yapılacak bu tür analizler; ruhsat, izin, kamulaştırma, teşvik, kamu kaynaklarından finansal destek verecek tüm ilgili dairelerin kararlarında da dikkate alınmalıdır.

- Arama ve işletme ruhsatı verilecek ve ruhsatları devralacak kişilerde mali yeterliliğe ek olarak teknik ve kurumsal yeterlilik şartı da aranmalıdır.

- Verilen ruhsatlardaki faaliyetlerin yakından izlenip denetlenebilmesi için mevzuat güncellenmeli ve etkin denetim mekanizmaları kurulmalıdır.

- ETKB/MİGEM’in, yasasındaki boşluklar bir yana, yasasında var olan görevlerini yerine getirmede bugüne kadarki performansı çok yetersizdir. Bu kurum, kendisine sunulan proje, rapor vb’ni inceleme, ruhsat verme, verdiği ruhsatları izleme, denetleme, madenciliğimizin geliştirilmesi vb konularında üstüne düşeni layıkıyla yapamadığı için, madenciliğimizin içinde bulunduğu durumun en başta gelen sorumlusudur. Hal böyle iken, yeni kurulan UMREK (Ulusal Madenlerde Rezerv ve Kaynak Raporlama Komisyonu) ile Karot Bilgi Bankasının (Türkiye Yerbilimleri Veri ve Karot Bilgi Bankası) koordinasyon sorumluluğunun da bu kuruma verilmesi akılcı değildir. Madencilik Bakanlığı kurulmalı, MİGEM’in işlevlerini bölüşecek yeni kurumlar oluşturulmalıdır.

- Yeni oluşturulan UMREK ve Karot Bilgi Bankası, mevcut mevzuatları itibarıyla sorunlu kurumlar olmaya aday görünüyorlar. Yol yakınken bu kurumlara ilişkin düzenlemelerin gözden geçirilmesinde yarar vardır.

- Tüm kamu kurum ve kuruluşlarında işe almalarda ve görevde yükseltmelerde ayrımcılık ve kayırmacılık yapılmamalı, bu işlemlerde liyakat ve kariyer ilkeleri gözetilmelidir.

- Kamu idarelerine verilecek proje, rapor vb teknik belgelerin nitelikli ve güvenilir olmasını sağlayabilecek kural ve mekanizmalar oluşturulmalıdır. Mesleki yetkinlik hükümete bağlı kurumlarca değil, meslek örgütlerince akredite edilmelidir.

- Maden işletmeleri düzenli aralıklarla denetlenmeli, bilim ve tekniğe aykırı, çalışanlar açısından risk oluşturan ve toplum yararını gözetmeyen işletmelerin faaliyetlerine izin verilmemelidir.

- Madenlerin yurt içinde mümkün olabildiğince işlenip ek katma değer yaratma konusu, sanayileşme politikaları kapsamında ele alınması gereken bir konudur. Bu kapsamda, kamu kuruluşlarının, olmuyorsa kamu ve özel ortaklığı ile kurulacak şirketlerin öncülük yapacağı modellerin de tartışılmasında yarar vardır. Fakat her hâlükârda öncelikle kamu kurum ve kuruluşlarının rasyonel yapıya ve işleyişe kavuşturulması gerekir.

- Meslek örgütlerinin üstündeki baskılar kaldırılmalı; sektörde daha etkin görevler üstlenmeleri sağlanmalıdır.

- Çalışanların Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden doğan hakları gözetilmeli; kaçak işçilik, taşeronlar üzerinden istihdam engellenmelidir.

Konuşmamı bir dilekle sonlandırmak isterim. Bu Adalet Kurultayını başarı ile düzenleyen CHP’nin, ülkede hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, tek adam rejiminin engellenmesi çabalarını, toplumun daha da geniş kesimlerini kucaklayarak sonuç alınıncaya değin sürdürmesini dilerim.

0562110