Yürürlükteki 3213 sayılı Maden Yasası 28 Şubat 2019 günkü Resmi Gazete’de yayımlanan 7164 sayılı “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile bir kez daha değiştirildi. Maden Yasası’ndaki bu değişiklik, yürürlüğe girdiği 1985 yılından bu yana 19’uncu değişiklik. Bu süre içinde Anayasa Mahkemesinin Yasa’nın bazı maddelerini iptal eden 3 ayrı kararı da var. Bu 19 değişikliğin 15’i AKP hükümetleri döneminde. Ve 15 değişikliğin 6’sı da büyük denebilecek türden. Son değişiklik, büyüklerin de büyüğü. Yasa’daki sözcük sayısı bu değişiklik ile yaklaşık %51 oranında artmış. Eklerdekiler hariç, toplam sözcük sayısı son değişiklik öncesinde14.606 iken değişiklik ile 22.347 olmuş.

TBMM’deki Alt Komisyon, Asıl Komisyon ve Genel Kurul tutanaklarından yararlanılarak hazırlanan bu yazıda, Maden Yasası’nda yeniden bir değişiklik teklif edilmesine, Kanun Teklifinin yasalaşma sürecine ve önemi görece daha fazla kabul edilen maddelerine ilişkin muhalefet ve iktidar temsilcilerinin görüşleri ile kişisel görüşlerim yer almaktadır.

1.Kanun Teklifine ilişkin görüşler
Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi adıyla Meclise sunulan Teklif; 3213 sayılı Maden Yasası’nın dışında 11 yasada ve bir kararnamede (2804 sayılı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanunu, 690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun Muafiyetleri ve Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun, 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun, 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu, 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu, 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve 702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname) de değişikler içermekte. Toplam 51 maddelik Teklifin 4-23’üncü maddeleri Maden Yasası ile ilgili.

Muhalefet temsilcilerinin görüşleri: Maden Yasası yamalı bohçaya dönüşmüş durumda. Artık yeni yama tutmuyor. AKP iktidarları döneminde Yasa’da şimdiye kadar 14 kez değişiklik yapıldı. Bu değişiklikler ne sektörün,ne çalışanların sorunlarına çözüm getirebildi; ne gayri safi milli hasılanın artmasına, ne iş kazalarının, iş cinayetlerinin önlenmesine fayda getirdi. Kanun maddelerinde sürekli değişiklik yapılması sektörü öngörülemez hâle getirmektedir. Konuyla ilgili olanlar bile Yasa’ya hakim olmakta zorlanıyor. 2014’te kurulan ve raporu dört yıldır görüşülmemiş olan TBMM Soma Araştırma Komisyonunun tüm tespitleri, uyarıları, çözüm önerileri bu kanunda dikkate alınmamıştır. Dolayısıyla yapılması gereken, bu teklifi geri çekmek, sektörün tüm bileşenlerinin katılımı ile aceleye getirmeden, uluslararası normlarda yeni bir yasa hazırlamaktır.

İktidar temsilcilerinin görüşleri:Kanunlarda günün şartlarına göre değişiklik yapmak gayet doğaldır. Bu kanun ile ruhsatların verilmesinin kolaylaştırılması, bürokrasinin azaltılması, madenciliğin geliştirilmesi için iş adamlarımızın şikâyetlerinin dikkate alınması, kaçakçılık yapanlar ile doğru düzgün çalışanlar arasındaki ayrımın yapılması ve uygun yaptırımların uygulanması, amaçlanmaktadır. Bu kanun geri çekilmemeli, Kanun üzerinde görüşmeler devam ettirilmeli. Çünkü bunu geri çektiğimizde bir dahaki kanun ne zaman ve hangi şartlarda önümüze gelecek, bunu nasıl değerlendireceğiz,bu meçhul.

Görüşüm:Maden Yasası’nda yapılan her değişiklik yalnızca günü kurtarmaya yönelik olmuştur. Değişiklik teklifleri çok sınırlı katılımlarla hazırlandığından ve yeterince tartışılamadığından,uzun ömürlü olamıyor. Her değişiklik Yasa’yı daha da içinden çıkılamaz hale getiriyor.Bu durumda yapılması gereken, değişikliklerle zaman kaybetmek değil,dünya deneyiminden de yararlanarak, sektörün tüm temsilcilerinin aktif katılımı ile yeni ve çağdaş bir Madencilik Yasası(Maden Yasası değil) hazırlamaktır.

2. Yasalaşma sürecine ilişkin görüşler
Kanun Teklifi, AKP milletvekilleri Nevzat Şatıroğlu (Makine müh.), Tamer Dağlı (iktisatçı), Mehmet Sait Kirazoğlu (Kamu Yöneticisi, SBF mezunu), Adil Çelik (Hukukçu), Kemal Çelik (Vali, SBF mezunu), Refik Özen (Gıda müh.) ve Feyzi Berdibek (İş adamı, Vücut Geliştirme Federasyonu YK Üyesi) imzasıyla 7 Aralık 2018 günü Meclis Başkanlığına sunuldu; Başkanlık da aynı gün, Esas Komisyon olarak Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi Ve Teknoloji Komisyonu’na, Tali Komisyon olarak da Plan ve Bütçe Komisyonu’na havale etti. Esas Komisyon ilk toplantısını 25 Aralık 2018 günü yaptı. Bu toplantıda, Teklifin daha detaylı incelenebilmesini (ve uzmanların ve sektör temsilcilerinin de görüşlerini ifade edilebilmesini)teminen bir alt komisyon kurulması ve görüşmelere alt komisyonun çalışmalarını müteakip devam olunması kararlaştırdı.

Alt Komisyon, ilgili meslek odaları ve dernek temsilcilerinin katılımı ile 7 Ocak 2019 günü toplandı, 9 maddede değişiklik yaptı, 51 maddelik teklifi 54 maddeye dönüştürdü ve raporunu 9 Ocak 2019 tarihinde Esas Komisyona sundu. Esas Komisyon 10 Ocak 2019 günü toplandı ve Teklifte kayda değer bir değişiklik yapmadan Teklifi 51 madde olarak yeniden düzenledi. Komisyon Raporuna CHP, HDP ve İYİ Partili Komisyon Üyeleri ayrı ayrı muhalefet şerhleri koydu.

Teklif, Genel Kurulda temel kanun olarak görüşüldü. Görüşmelere 5 Şubat 2019 günü başlandı. Genel Kurul’da, Maden Yasası’ndaki değişikliklerin görüşülmesi 13 Şubat 2019 günü tamamlandı, üç küçük değişiklik yapıldı ve Teklifin tümü 16 Ocak 2019 günkü oylama ile kabul edildi.

Muhalefet temsilcilerinin görüşleri: Teklifin içeriği yeterince tartışılmamıştır. Öyle görünüyor ki, Teklifin hazırlık sürecinde sektördeki bazı büyük firmaların ve/veya onların temsilcilerinin görüşleri alınmış, onlarla mutabakat sağlanmış. Ama mühendis odalarının ve küçük ölçekli şirketlerin ya da onların temsilcilerinin görüşleri alınmamış.Kanun teklifinden sektörün haberi Meclise sunulmasından sadece iki gün önce olmuştur. Dolayısıyla bunların hazırlık yapabilecek süreleri de olmamış. Bu, yangından mal kaçıran anlayışın, madencilikte ceza tedbirleriyle doğru yolu bulacağını sanan bu aksak görüşün, derhâl değişmesi gerekir. Meslek odaları ve dernekler yalnızca Alt Komisyon toplantısının ilk bölümünde, bir saatlik bir sürede ve yalnızca Teklifin geneli hakkındaki görüşlerini kısaca açıklayabilme fırsatı bulabildi; maddelere ilişkin görüşlerini belirtemedi. Oysa Alt Komisyonun kurulma amacı aslında sivil toplum örgütlerinin maddeler bazında da dinlenmesi idi. Kanun teklifine tekniği açısından da karşıyız. Nedeni, torba kanun olması. Teklif sahiplerinden kapsamlı bir etki değerlendirme analizi gelmiyorsa, bu teklif maddelerinin her birinin maliyeti anlatılamıyorsa, ortada çok ciddi bir yasama sorunu var demektir. Böylesi yüksek maliyetleri olan bir kanun teklifi ancak uzun diyaloglarla, teknik incelemeyle önümüze getirilmiş olmalıydı.

İktidar temsilcilerinin görüşleri: 7 Aralık 2018 tarihinde bu kanun teklifi değişikliği önerimizi Meclis Başkanlığına vermiş bulunmaktayız.Üzerinden yaklaşık bir ay süre geçti. Bu süre zarfında sektörümüzün çok değerli STK’lerin, derneklerinin, iş dünyasının temsilcileri görüşlerini, hem Komisyon Başkanımıza hem Komisyon üyelerimize ilettiler. İlgili iş dünyasının temsilcileri, görüşlerini burada aktardı. Dolayısıyla sanki sektörü hiç dinlemedik, fikirlerini hiç almadık, kendi kendimize iş yapıyormuşuz gibi bir algı, bir intiba doğuyor. Bu doğru değil. Aslında, hukukumuzda “torba kanun” diye bir hüküm söz konusu değil. İç Tüzük’ün 91’inci maddesinde düzenlenmiş “Temel Yasa” var. Ama Temel Yasa uygulaması bir zorunluluktan doğdu. Örneğin yalnızca 3 maddelik bir kanun teklifinin görüşmeleri bile, normal şartlar altında, ortalama toplam 10,5 saat sürebiliyor. Genel Kurulun kanunlara ayırabildiği süre de sınırlı.

Görüşüm: Teklif, 7 AKP’li milletvekilinin imzasını taşıyor olsa da, anlaşılan o ki, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) bünyesinde ve sektörün bazı temsilcilerinin mutabakatı ile hazırlanmış. Çünkü bunca ayrıntıya ancak MAPEG personeli hakim olabilir. Komisyonlarda soruları cevaplayanların ve gerektiğinde açıklama yapanların, teklifi hazırlayan milletvekilleri değil Bakan Yardımcısı ya da MAPEG yetkilileri olması da bu görüşü doğrulamaktadır. Konunun uzmanı meslek odaları ve derneklerin temsilcileri Teklifin ne hazırlık sürecinde ne de komisyonlarda görüşlerini aktarabildi. Onların maddelere ilişkin görüşlerinin bir kısmını muhalefet partilerinden milletvekilleri aktarabildi. 2017 yılındaki Anayasa değişikliği sonrası kanun taslaklarının, milletvekillerince kanun teklifi olarak sunulması da artık tek yol oldu. Çünkü Anayasa’da 2017 yılında yapılan değişiklik ile Bakanlar Kurulunun yasa tasarısı sunma olanağı ortadan kaldırılmış, yasaları yalnızca milletvekilleri teklif edebilir olmuştu. Bakanlar Kurulu tasarısı olarak sunulduğunda, taslağın hazırlanma sürecinde, ilgili bakanlıkların, kurumların, meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinin alınması mümkün olabiliyordu. Hatta halen yürürlükte olan Mevzuat Hazırlama Yönetmeliği’ne göre (m. 24), yıllık muhtemel toplam etkisi 30 milyon TL’yi aşan kanun ve kanun hükmünde kararname taslakları için tam düzenleyici etki analizi yapılması gerekiyor. Yönetmeliğe göre, Düzenleyici Etki Analizleri (DEA); düzenlemenin muhtemel fayda ve maliyetlerinin analizi; sosyal, ekonomik ve ticari hayata, çevreye ve ilgili kesimlere etkileri; yıllık muhtemel toplam etkisi; izlenen danışma ve görüş alma süreçleri gibi hususları da içermeli. Böylesi bir hazırlık süreci haliyle şeffaf ve katılımcı olur ve böylesi bir süreç sonunda hazırlanan düzenlemelerin de daha yetkin olması beklenir. Düzenleyici etki analizi, 1981 yılında ilk kez ABD’de, 2000’li yılların başlarından itibaren de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye pek çok ülkede uygulanmaya başlamış bilgi temelli bir yaklaşım, bir karar alma aracıdır. Türkiye’de 2005 yılında mevzuatımıza girdi. Ancak ne yazık ki layıkıyla hiç uygulanamadı. Bizler yıllardır DEA’nın yasa tasarılarında layıkıyla uygulanması gerektiğini savunurken, yalnızca milletvekillerinin teklif edebilecek olmasıyla yasa taslaklarına DEA uygulama şansı hiç kalmamış oldu. Aynı teklif içinde birden çok yasada değişiklik yer alması, yani torba yasa uygulaması ile tekliflerin Genel Kurul’da yeterince tartışılmasını önleyen Temel Yasa olarak görüşülmesi de artık, AKP’nin rutin uygulaması oldu. “Yeni yönetim sisteminde” hızlı karar alma adına, tekliflerin tartışılmadan hızla yasalaştırılacağı anlaşılmaktadır. Tekliflerin, yasalaştıklarındaki olası etkileri ayrıntılı biçimde analiz edilmeden, toplumun ilgili kesimlerince tartışılmadan yasalaşması, ülkede telafisi zor hasarlara yol açabilir.

3. Maden Kanunu’ndaki bazı değişikliklere ilişkin görüşler
Teklifin Maden Yasası ile ilgili olup görece daha fazla önemsenen dört maddesindeki değişikliklere ilişkin görüşler aşağıda ele alınmaktadır. Teklifin gerekçelerine ve Kanun metnine internet ortamında kolaylıkla erişilebileceğinden burada onlar yer almamakta yalnızca değinilen maddelerindeki değişiklikler kısaca özetlenmektedir.

3.1. Birinci maddesindeki değişikliğe ilişkin görüşler
Teklifin 4’üncü maddesi, Maden Kanunu’nun amacını düzenleyen1’inci maddesindeki değişikliğe ilişkin. Bu maddeye “milli menfaatlere uygun olarak” ibaresinin eklenmesi ile maddenin “…madenlerin milli menfaatlere uygun olarak aranması, işletilmesi…” biçimine dönüşmesi amaçlanmış.

Muhalefet temsilcilerinin görüşleri:TBMM’nin çıkardığı tüm düzenlemeler millî menfaatler çerçevesinde yapılmaktadır zaten. Aksini iddia etmek mümkün değil. Bazı kanunlara bu yazılıp diğerlerine yazılmıyorsa millî menfaatlere aykırı düzenlendiği manası taşır ki bu da yanlıştır. Gelecekte yapılan düzenlemelere altlık oluşturmak amacıyla konulmuş bir ifade, ruhsat güvenliğini tamamen ortadan kaldıracak bir yaklaşımdır. Yarın öbür gün herhangi bir ruhsat sahibinin “millî menfaatlere uygun değildir.” diyerek ruhsatına ve maden sahasına el konulabilir.Bu konulardaki tekelleşmenin önünü açmasına yol açacak bir kanundur.Bu maddenin neden konulduğunu anlayabilmiş değiliz. Buraya özel olarak böyle bir maddenin ilave edilmesi bu konudaki suistimallere neden olacaktır çünkü neyin millî menfaate uygun olup olmadığı ilgili kişilerin inisiyatifine bırakılan bir durum hasıl olacaktır ve maden sahalarına el koymayı bu şekilde kolaylaştıracaktır, sermayenin belirli yerlere aktarılmasına ya da birilerinin sermayesine el konulmasına da sebep olacaktır. Dolayısıyla özel olarak böyle bir maddeye ihtiyaç olmadığını düşünüyoruz, çıkartılmasını teklif ediyoruz.

İktidar temsilcilerinin görüşleri: 6491sayılı Petrol Kanunu’nda da bu ifade var; ve bu,Muhalefetin önerisiyle Kanun metnine girdi. Bor Kanunu’yla ilgili yaptığımız düzenlemeyi incelerseniz orada da aynı millî menfaat ifadesinin var olduğunu görürsünüz.

Görüşüm: (i) Benzer ibare hem MAPEG’e ilişkin düzenlemede hem de 1954 ve 2013 yıllarında çıkarılan6326 ve 6491 saylı Petrol Kanunlarında var.Bu ibare, MAPEG’in teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin düzenlemenin yer aldığı 4 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 53’ncü Bölümünde, Bölüm Kapsamını düzenleyen 764’ncü maddesinde “…tabii kaynakların, milli menfaatlere uygun olarak aranmasını, işletilmesini…” biçiminde geçmektedir.Önerilen bu değişiklik, MAPEG’e ilişkin düzenleme ile uyumludur ve bu anlamda yerindedir. (ii)Madenlerin aranmasının, işletilmesinin, üzerinde hak sahibi olunmasının ve terk edilmesinin “milli menfaatlere uygunluğunun” nasıl sağlanacağına dair ilgili mevzuatta hiçbir usul, esas ve nesnel kriter yok. Bu durumda bu değişiklik ne işe yarayabilir? Olsa olsa, öznel değerlendirmelere kılıf oluşturabilir. Dolayısıyla muhalefet partileri milletvekillerinin, bu maddenin ruhsat güvenliğini ortadan kaldıracağına dair endişeleri yersiz değildir. Bir muhalefet milletvekilinin Alt Komisyondaki, “… burada kastedilen muhtemelen bu madenleri işletenlerin terörle iltisakı bulunduğu takdirde ellerinden bu hakların alınması, ruhsatların alınmasıyla ilgili olduğu düşüncesindeyim, bu sebeple buraya konulduğu kanaatindeyim.” ifadesi de not edilmeli. (iii) TBMM’nin çıkardığı tüm düzenlemelerin millî menfaatler çerçevesinde yapıldığına dair mevzuatımızda bir hüküm yoktur. Bu ancak bir varsayımdır,öznel bir değerlendirmedir. Ancak “Anayasa’nın hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi” olduğu Anayasa Mahkemesinin 22.06.1972 tarih ve E: 1972/14, K: 1972/34 sayılı kararında yer almaktadır. Ve bu ilkenin gözetilip gözetilmediğini belirlemede yararlanılabilecek bir düzenleme var o da, yukarıda değinilen “Düzenleyici Etki Analizi”dir.(iv) Bize göre,hem Maden Kanunu’nda hem de MAPEG’le ilgili kararnamede bulunması gereken ifade “milli menfaatlere uygun olarak” değil, “toplum/kamu yararına uygun olarak” olmalı;hem de MAPEG’in bu kriterlerin varlığını/yokluğunu ortaya koyacak mali, ekonomik, sosyal, çevresel analizleri yapabilecek/yorumlayabilecek personeli olmalı.Madenlerin (mineral kaynakların) aranmasında, işletilmesinde ve korunmasında toplum yararının nasıl gözetileceğine dair görüşlerim için, bu sitedeki konu ile ilgili yazılarıma bakılabilir.

3.2. Üçüncü maddesindeki değişikliğe ilişkin görüşler
Teklifin 5’nci maddesi ile Maden Kanunu’nun 3’üncümaddesinde yer alan tanımlardan “Oda sicil belgesi” çıkarılıyor.

Muhalefet temsilcilerinin görüşleri: Burada Maden Mühendisleri Odasının devreden çıkarılması amaçlanmaktadır. Mühendisten oda sicil belgesi istenmez ise, mühendis meslek odasına niye üye olsun, niye aidat ödesin ki. Odalar topladıkları aidatlarla, kendi meslekleriyle ilgili eğitimleri ve mesleki gelişmeleri sağlarlar. Dolayısıyla gelirleri eksildiği takdirde o meslekle ilgili eğitimleri daha az yapmak durumunda kalırlar ki bu da mesleki anlamda iyileştirmenin önünü kapatır. Maden Mühendisleri Odasını devreden çıkararak sektörle ilgili bir iş yapmaya kalkıyorsanız bunun altından çıkacak felaketlerin ya da bir sürü sorun ve sıkıntının altından kalkamayız.

İktidar temsilcilerinin görüşleri: Bu ifade Kanun’da ta geçmişten bakiye bir ifade. Kanun’un herhangi bir yerinde bir atıf olmadığı hâlde o ifade, o ibare, orada kalmış. Sırf bu gerekçeyle, fuzuli olduğu için Kanun’dan çıkarılıyor. Kanun’da,oda sicil belgesinin tanımını gerektirecek bir şey yok.

Alt Komisyonda kabul edilen bir önerge ile bu madde Tekliften çıkarıldı.

Görüşüm:Maden Kanunu’nda, Tanımları düzenleyen madde dışında “oda sicil belgesi” ifadesi geçmiyor. Ancak Maden Yönetmeliği’nin 124’üncü maddesi f fıkrasına göre, bir maden mühendisinin daimî nezaretçi olarak atanabilmesi için MAPEG’e yapılacak başvuruda “Oda sicil belgesi veya oda üye kimlik belgesi”de sunulmalı.Teklifte yer aldığı gibi, “Oda sicil belgesi”nin Kanun’dan çıkarılması durumunda, Kanun’un lafzında bir eksiklik olmayacak. Ancak bu durum, bu ifadenin Yönetmelik’ten de çıkarılmasına yol açabilecektir. Yönetmelikten de çıkarılması durumunda ise, Yönetmelik’in ilgili maddesinde başkaca bir değişiklik yapılmadığı sürece, daimînezaretçi olarak atanması istenen maden mühendislerinden o kapsamda yalnızca “oda üye kimlik belgesi” istenebilecektir.

3.3. Onucu maddesindeki değişikliklere ilişkin görüşler
Teklifin 10’ıncu maddesi, Maden Kanunu’nun 10’uncumaddesinin 5 ve 6’ncı fıkralarındaki değişikliklere ilişkin.Tartışılan değişiklik ile;gerçek dışı veya yanıltıcı beyanda bulunmak suretiyle Kanun hükümlerinin uygulanmasını engelleyen teknik eleman ve daimî nezaretçi ile görevini Kanun’da tanımlandığı gibi yapmayan daimî nezaretçiye ilk seferde 5000 TL, ikinci seferde 5000 TL ve ek yaptırımlar uygulanması amaçlanıyor.

Muhalefet temsilcilerinin görüşleri:İşveren kesimlerinden görüşler alınmış, mühendisin bağlı bulunduğu odalardan gelen görüşler dikkate alınmamış gibi gözüküyor. Daimî nezaretçilerin görevi maden sahasındaki eksikleri tespit edip rapor etmektir değilmi? Peki, bunlar kimin personeli? İlgili işverenin personeli.Nezaretçi orada birtakım eksikler tespit ederse, görse bir türlü, görmese bir türlü. Görüp yazsa işten atılma riskiyle karşı karşıya ki Türkiye’de bu gerçekleri çok yaşıyoruz.Daimî nezaretçi, ya eksikliği görüp yazacak raporuna, işten atılma riskini göze alarak; ya da işten atılmamaya istinaden bu eksikliği rapor etmeyecek, ama yarın öbür gün orada bir iş kazası söz konusu olduğu zaman da bu eksikliği tespit etmediği için cezai yaptırıma tabi tutulacak, görevle olan ilişkisi de kesilebilecek. Yetkilendirilmiş tüzel kişililerle ilgili de aynı şey söz konusu. Madem böyle bir düzenleme getirilecek, bunları bağımsız kılacak bir düzenleme de yapalım o zaman.  Somut öneri olarak: Daimî nezaretçiler için bir havuz oluşturursunuz; bu havuzu Bakanlıkta belirli bir birime bağlarsınız; finansmanını işletme sahipleri yapar; daimî nezaretçinin maaşı bu havuzdan dağıtılır. Dolayısıyla kişi direkt patrona bağlı olmaz. Kişi “Ben çalışmak istemiyorum.” dediğinde de en azından kişinin iş güvencesini, iş garantisini sağlamış olursunuz. O madende çalışmaz, başka madene geçer ve bu anlamda da orada daha sağlıklı bir şekilde raporlarını yazar, eksiklikleri bildirir.Kişi, o havuz ile her zaman kendisinin bir iş güvencesi olduğunun farkına varır ve yanıltıcı bilgi vermek yerine sağlıklı, doğru bilgileri orada aktarır. Bu kadar basit. İş sağlığı uzmanlarında ya da iş yeri hekimlerinde olduğu gibi bir yapı oluşturulabilir daimî nezaretçilere. Bu hüküm çok düşük ücretlerle çalışan, ücret garantisi olmayan daimî nezaretçiler ve teknik elemanlar için çok ağır bir yaptırım getirmekte. Neredeyse, daimî nezaretçiler ve teknik elemanlar, ruhsat sahibine verilecek her idari para cezasının müteselsil sorumlusu hâline getiriliyor bu yasayla. Teklifte öngörülen söz konusu idari para cezaları, maden mühendislerinin daimî nezaretçilik görevini üstlenmelerinde caydırıcı bir rol oynayacaktır. Zaten madencilik mesleği kan kaybetmektedir ve üniversitelerde birçok maden mühendisliği bölümü kapanmayla karşı karşıya kalmaktadır. Madenlerdeki kontrolün hayati öneme sahip olduğunu kabul ediyoruz, siz de kabul ediyorsunuz. Bu kontrolü yapan elemanları bağımsızlaştıralım, patrona mecbur bırakmayalım. Biz burada hep iyi niyetli patronlar üzerinden yürüyemeyiz; kötü niyetli ve kötü koşulları kullanabilecek insanları da dikkate alıp, bu korumayı bunun üzerinden kurmamız gerekiyor. Mevcut maden mühendisleri de madencilik sektörü dışında diğer iş kollarında çalışmayı tercih etmektedir. Bu durumsa madencilik sektörünü düzeltelim derken sektörün daha da küçülmesine ya da yapılamaz hâle gelmesine neden olacaktır. Bu bakımdan, Teklifte, daimî nezaretçi ve teknik elemanlar için öngörülen idari para cezalarının çıkarılması çok önem arz etmektedir.Madencilikteki temel sorunların daimî nezaretçi,mühendis ya da yetkilendirilmiş tüzel kişileri cezaya boğarak çözülemeyeceği on altı yılda anlaşılmış bulunmaktadır. Biz, her sahada yetkisi artırılmış, sorumlulukları net tespit edilmiş, hesap vereceği sahada yetkili kılınmış bir mühendislik için çalışmalıyız.

Bir milletvekilinin verdiği “Mühendislik hizmeti üreten gerçek ve tüzel kişiler ile daimî nezaretçiler beyanlarını ilgili meslek odasından aldıkları oda sicil kayıt belgesiyle belgelendirmek zorundadırlar.” ibarelerinin eklenmesi yönündeki önerge de bir hayli tartışıldı ancak kabul görmedi.

İktidar temsilcilerinin görüşleri:Uygulamada MAPEG periyodik olarak denetime çıkar.Tamamen MAPEG’ebağlı olan kişiler giderler, maden sahasını denetlerler ve eksiklikleri tespit ederler; “Bu eksiklikler giderilmeli; tekrar gelip kontrol edeceğiz.” anlamında bir süre verirler. Sizin söylediğiniz anlamda, maaşını işverenden alan bir mühendisin, teknik nezaretçinin ya da daimî nezaretçinin raporuna göre burada işlem yapıldığını söyleyemeyiz. Ayrıca, yeni çıkarılan İş Güvenliği Kanunu, Maden Kanunu çerçevesinde de tamamen bağımsız denetçiler, iş güvenliği uzmanları birçok maden alanına giderek oradaki eksiklikleri tespit ediyorlar. Daimî nezaretçiler aslında MAPEG’le olan standartları yakalamak için işveren ile MAPEG arasında bir köprü vazifesi görüyor; eksiklikleri görüp onların giderilmesi ve sağlıklı bir işletme yapılması noktasında işler görüyorlar. Daimî nezaretçi denetçi değil; denetimi MAPEG yapıyor. Bu düzenlemeyle maksadımız, maden sahalarındaki işletmelerin kurallara, fennî usul ve esaslara uygun bir şekilde yapılmasını; iş sağlığı, iş güvenliği kurallarına uygun bir şekilde yapılmasını sağlamak. Şimdi, bir mühendisin aynı iş yerinden ücret alıyor olmasının, o iş yerinde yaşadığı sorun ve problemleri yazmayacağı anlamına gelmemesi lazım. Şu anda, ülkemizde yaklaşık 5 bin tane daimî nezaretçi var ve sayıları hâlen eksik. Bu anlamda Bakanlığımız düzenli olarak eğitimler düzenlemek suretiyle ilgili mühendis arkadaşlarımızı yetkilendiriyor, belgelendiriyor, bu işletmelerde daimî nezaretçi olarak görevlendirilmeleri maksadıyla. Dolayısıyla bu konuda birtakım fikirlerimizin, düşüncelerimizin değişmesi gerektiği kanaatindeyiz; iş yapma usullerimizi yavaş yavaş değiştirmek zorundayız. Aksi hâlde, eski usullerle kaldığımız sürece, birtakım kısır döngülerin dışına çıkamayız. Yani mühendis arkadaşlarımızın varsa işletmede bir kusur, düzelttirmek hakları değil mi? Hem yetkisi hem hakkı var, bu anlamda. Eğer orada insan sağlığını tehlikeye düşüren bir husus varsa, raporu doğru düzgün tanzim etmiyorsa, iş yerini bilgilendirmiyorsa, orada birazcık mühendislik nosyonunu sorgulaması lazım gelir. Belki orta, uzun vadede köklü çözüm; bağımsız bir denetim biriminin oluşturulması sağlanabilir. Bununla ilgili zaten kurum olarak, Bakanlık olarak bir farkındalık, bir hazırlık da var. Bahsi geçen ortak bir havuzun oluşturulup, kamu eliyle bu işlerin yapılması,açıkçası ne hukuki açıdan ne de teamülen bakıldığında böyle bir uygulama söz konusu değil. Belki ilerleyen süreçlerde yapılan istişarelerle daha nevi şahsına münhasır bir yapı ortaya konulması mümkün olabilir.Sektörde 17 bin tane ruhsat var; 8.500 tanesi işletme izinli. Bazı ruhsat sahiplerinin “Sizin zaten hiçbir sorumluluğunuz yok. Niye eksiklikleri yazmak zorunda hissedesiniz ki? Zaten bak sana iş vermişim ”vesaire deyip, daimî nezaretçileri yanlış yönlendirdiğine biz şahit oluyoruz. Daimî nezaretçi uygulamasında bu para cezasını getirmek istememizin yegâne gayesi şu: Yılda ortalama 80-90 kişinin can verdiği madencilikte, bu yılı biz 36 ölümle kapadık, hedefimiz bunu sıfıra erdirmek. Dolayısıyla güvenli madenciliğin ana unsuru olan bu ilkeyi de zedelememe adına biz daimî nezaretçilerin daha sorumlu bir şekilde kendilerini hissederek defterleri doldurmalarını arzu ediyoruz. Haklı olarak “Eğer bunu yaparsa işinden olma riski de taşıyor daimî nezaretçiler.” dendi. Teorik olarak evet ama fiiliyatta şunu da söyleyelim, biraz önce de söylendi, 8.500 tane işletme izinli saha var Türkiye sathında, ama hâlihazırda 4.000-4.500 tane daimî nezaretçi var. Daimî nezaretçi bulundurmadığı için faaliyetleri durdurulan yaklaşık 1.800-2.000 tane işletme var. Özetle, nasıl fiyatlar pazarda arz ve talebe göre belirleniyorsa, kısıt olduğu için daimî nezaretçilikte, işletme sahipleri öyle kolay bir şekilde daimî nezaretçileri bu yapmış oldukları masum işlemlerden dolayı rahatlıkla atamayacaklardır.Bir suistimal söz konusu olduğu zaman MAPEG mevzuat çerçevesinde tabii ki müdahil de olabilecektir. Yani sırf düzenli bir kayıt tuttuğu için bu arkadaş cezalandırılıyorsa bunun ne manaya geldiğini ruhsat sahibi çok iyi bilecektir.Önerilen havuz sistemi çok sağlıklı yürümez. Yürümez çünkü adam Mardin’deki maden ocağına gitmek istemez, orada bir sürü maraza çıkartır, oradan kendini kovdurur. Gerçek dışı veya yanıltıcı beyanda bulunmak suretiyle bu kanun hükümlerinin uygulanmasını engelleyen ve/veya haksız surette hak iktisabına sebep olan teknik eleman,yani, kamuya zarar veren, çalışma güvenliğini engelleyen bir teknik eleman hiç para vermesin diyorsanız eyvallah. Adam 2 bin lira maaş alabilir, 3 bin lira maaş alabilir ama insan hayatının bedeli yoktur.

Teknik elemana ve daimî nezaretçiye verilecek ilk ceza kabul edilen bir önerge ile 1000 TL olarak değiştirildi.

Görüşüm: (i) Nezaret sözcüğünün Türkçe karşılığı; bakma, gözetme, gözetimdir. Daimî nezaretçilerin yaptığı iş, denetim olarak tanımlanamaz. Yaptıkları iş gözetimdir.Yasaya göre izin ve ruhsat sahalarındaki faaliyetleri takip etmek, faaliyetleri işletme güvenliği ve işletme projesine uygunluk açısından denetlemek MAPEG’in görevidir. Ayrıca iş güvenliği açısından iş güvenliği uzmanları rehberlik ve danışmanlık,iş müfettişleri de denetim yapabilmektedir.(ii) Daimî nezaretçiler her mühendis gibi, mühendislik yeminine sadık kalmak,her koşulda mesleğini en iyi biçimde yapmak, mesleğini yüceltmek,mesleki etik ilkelerine uymak, meslek onurunu korumak ve toplum yararını kollamakla da yükümlüdür. Bu nedenle, daimî nezaretçilerin görevlerini layıkıyla yapıp yapmamalarının sonuçlarına ilişkin tartışmaların yalnızca işlerini kaybetme tehdidi bağlamında yürütülmesi; bu yükümlülüklerini yerine getirmemelerinin sakıncalarından söz edilmemesi yanlış olur. (iii) Türkiye bir hukuk devleti olmayı beceremediği için; Türkiye’de işini yaparken baskı gören, sonuçta “vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışıp kalanlar” yalnızca daimî nezaretçiler değildir. Her meslekten pek çok insanın çeşitli türden baskılara muhatap olduğu; insanlık onurunu, meslek onurunu korumak, toplum yararını kollamak adına, baskılara boyun eğmeyip ciddi bedeller ödediği de bilinmektedir. (iv) Bu gerçekler, görevlerini layıkıyla yapmak isteyen daimî nezaretçilerin sorunlarının yok sayılmasını, hafife alınmasını gerektirmez. Daimi nezaretçilerin daha fazla bedel ödememesi için artık sorunlarına bir çözüm bulunmalıdır.(v) Yıllardır önerile gelen havuz sisteminin doğruluğu yanlışlığı ve uygulanması durumundaki başarı şansı bir yana, iktidarca kabul görme şansı yok görünüyor. Daimî nezaretçilerin, bu sistemin uygulanmasını iktidardan bekleyip zaman kaybetmek yerine, örgütlenip uygulanabilir çareler geliştirmeye çalışmaları daha isabetli olacaktır. Örneğin, sırf görevini layıkıyla yaptı diye daimî nezaretçisini işten çıkaran işverene hiçbir maden mühendisinin daimî nezaretçilik hizmeti vermeme kararı uygulanabilir. Bu örgütlenmeye TMMOB Maden Mühendisleri Odası öncülük edebilir. Etmelidir de. Mevzuatı da buna uygundur. Böylesi bir uygulama için MAPEG’in desteği de talep edilebilir. (vi) Daimi nezaretçilerinkiler de dahil madenciliğimizdeki tüm sorunların uygulanabilir, kalıcı ve adil çözümü, yeni hazırlanacak çağdaş bir Madencilik Yasasında bulunmalıdır.

3.4.Ek birinci maddesindeki değişikliklere ilişkin görüşler
Teklifin 20’inci maddesi ile Maden Kanunu’nun Ek 1’nci maddesinin 3’üncü fıkrası değiştirilmekte. Bu maddedeki değişiklikleri ve aşağıdaki görüşleri daha kolay algılayabilmek için, değişiklik öncesinde de var olan şu bilgilerin hatırlanmasında yarar var: (i) Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), uhdelerinde bulunan maden ruhsatlarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkili. (ii) TTK’nın kendisi tarafından doğrudan işletilen işletme izin alanlarında oluşturulacak ruhsatlar ihale edilemeyecek. Değişiklikle;(i) (TTK) ve (TKİ),ihale edilen sahayı devredebilecek ve ihaleyi kazanan adına ruhsat düzenlenebilecek. (ii) Kamu kurum ve kuruluşları ruhsat sahalarındaki rödövansçılarının rödövansa konu olan kısmını ruhsat sahalarından bölerek, rödövans sözleşmesi sona erene kadar, rödövans sözleşmesini yaptığı kişiye devredebilecek ve rödövansçı adına ruhsat düzenlenebilecek. (iii) Bu fıkra kapsamında devredilmiş olan ruhsat sahalarında yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak Maden Kanunu, İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar ruhsatı devralana ait olacak.

Muhalefet temsilcilerinin görüşleri: Yapılan düzenlemeyle kamu tüzel kişiliklerinde olan kömür sahalarının özel sektöre devri gerçekleştirilmiş olacaktır. Örneğin Zonguldak’ta bulunan taş kömürü işletme ruhsatları veya Soma benzeri bölgelerde yer alan TKİ’ye ait ruhsat sahaları “böl, parçala, sat” anlayışı uygulanarak elden çıkarılmak istenmektedir. Bu husus ülkemiz geleceğini ve enerji güvenliğini de tehlikeye sokacak nitelikte olup maddenin teklif metninden çıkarılması gerekliliği düşünülmelidir. Ülkenin sahip olduğu kaynakların bu şekilde talan edilmesi mutlaka engellenmelidir.Havza madenciliğine aykırı olarak küçük ruhsatlar oluşturulmaktadır. Ayrıca, ruhsat sahibi olunması nedeniyle bu haktan yararlanılarak imzalanan redevans sözleşmesi ve bu sözleşmenin süresi esas alınarak yapılacak süreli bir ruhsat devri hukuki açıdan sorunlu ve tartışmalıdır. Bu durum “Ruhsat, tüm haklarıyla bir bütündür.” ilkesine aykırıdır. Bu düzenlemeyle kamu kurumlarının iş kazalarındaki yükümlülüklerinden kurtarılması amaçlanmaktadır. Bu anlamda, redevansla verilen alanların denetlenemeyeceği, bu sahalarda iş kazası olacağı öngörülmüş ancak bunun sonuçlarından kamu kuruluşlarının etkilenmemesi amaçlanmaktadır. Yani Soma’da yaşanan felaketin sebebi de bu redevans mantığıdır. İş kazalarına ek olarak, denetlenemeyen redevans alanları iş güvencesini de ortadan kaldırmaktadır,emekçiler açısından da çalışma koşullarını güvencesizleştirmektedir.Bunun yerine, Bakanlığın redevanslı sahalarda kazaların yaşanmaması için gerekli her türlü önlemin alınacağı yasal düzenlemeleri yapmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Özellikle Soma Maden Faciası Araştırma Komisyonu Raporu’nda da yine bu konu gündeme getirilmiş, “Havza madenciliğine geçilmemesi ve arazilerin parçalanması, maden rezervlerindeki kayba ve üretim zorlamasına kadar varan süreç de maden facialarına yol açmaktadır.” denilmiştir bu raporda. Kamunun kendisinin işletmiş olduğu madenlerde redevans usulünün kaldırılması gerekirken, maden sahalarının parçalanmaması ve havza madenciliğine geçilmesi gerekirken bu teklif maden sahalarını daha fazla bölmek için yeni madde getirmektedir. Bu madde kaldırılarak kamu kurumlarına ihale, redevans gibi gerekçelerle ruhsatların bölünmesi engellenmelidir.

İktidar temsilcilerinin görüşleri: TTK ve TKİ’ye ait ruhsat sahaları büyük oldukları için belli kısımları bölünerek redevansa da konu edilmektedir. Burada, bu sahalarda redevansla faaliyet gösterilirken, redevansçının Maden Kanunu’na ya da diğer şeylere aykırı faaliyetleri sırasında, redevansçının tamamıyla kontrolünde olan sahada oluşandan ruhsat sahibi olarak TKİ’ye veya TTK’ye de sorumluluk doğmaktadır. Burada bu yapılan; belli sürede redevans olarak verilen yerde Maden Kanunu anlamında yükümlülüklerin, tüm vecibelerin o ruhsat devredilen kişiye ait olmak üzere redevansçıya verilmesi. Süresi dolduğu zaman da -atıyorum, on yıl yirmi yıl- o sözleşmenin sonunda -bu, sözleşmede tescil ediliyor- tekrar geri dönüşü sağlanmakta. Bu süre içerisinde de oradaki redevansçının -eskisi gibi redevansçı şeyiyle bağlı değil- kendisinin ruhsat sahibi gibi tüm yükümlülüklerini rahatça yerine getirebilir şekilde çalışması amaçlanıyor.Ruhsat alanında gerek TKİ ve TTK’nin yapmış olduğu ihale edilerek bölünmüş sahalarda gerekse de mevcut redevans sözleşmeleri çerçevesinde bu kanun maddesi mucibince ayrıştırılıp müstakil ruhsata bağlandığında o sözleşme hükümleri ve süresi bittiğinde bütün sahalar tekrar TTK ve TKİ’ye rücu ediyor, bunun altınıçizelim, özel sektöre peşkeş çekilme vesaire yok. Denetimlerin önünde hiçbir engel yok, tam tersi daha rahat bir şekilde denetleniyor ocaklar. Zira Maden Kanunu çerçevesinde biliyorsunuz, MAPEG, ruhsat sahibi kimse onu muhatap alır, redevansçılar ikincil kalıyor bu durumda, her daim ruhsat sahipleri sorumludur MAPEG karşısında. Bu bölünmeler olduğunda da bu bahsettiğimiz bağ daha güçlü bir şekilde tesis edileceği için denetimlerde de bir sıkıntı olmayacaktır. Direkt ruhsat sahibi muhatap alınacaktır. Büyük sahaların bölünerek küçük işletmelere de açılmış olması bir anlamda da adaleti sağlıyor, kartelleşmeyi engellemiş oluyor. Bu anlamda çok doğru bir kanun çünkü bu sayede de yer altı zenginliklerimiz küçük ve orta ölçekli işletmelerle, KOBİ’lerle de ekonomiye katkıda bulunmuş olacaklar. Bizim yıllık 37 milyon ton kömür ithalatımız var ve geçen yıl 4 milyar dolar para ödedik, bu da cari açığa çok ciddi sebebiyet veriyor. Eğer bunlar özel sektör eliyle devreye alınırsa cari açığa yıllık en az 1 milyar dolar katkı koyacak. Bizim önceliğimiz bir an önce bu kömürü –kömür piyasadan kalkmadan, açıkça söyleyeyim, Batı’daki trendi de biliyorsunuz- o yer altı değerini yer üstünü çıkarmak olmalı. O yüzden bu kanun maddesi de onu kolaylaştıracağı için desteklenmesi gerekir diye düşünüyoruz. Redevans uygulamasının bir şekilde çözümlenmesi gerekiyor ama şu anda yüzlerce, binlerce redevansa konu maden sahası var, bugünden yarına öyle çözmek de hakikaten kolay görünmüyor ama nihai çözüm redevansın olmaması.

Görüşüm: (i)Teklifin bu maddesinde yer alan değişiklikler gerçeklemese bile TTK ve TKİ, ruhsatları uhdelerinde bulunan sahaları istedikleri gibi bölüp işletme hakkı devri ya da rödövans anlaşması yoluyla özel kişilere işlettirebilmekte. (ii) Rödövans sözleşmesi yapılan sahaların devirlerinin her ne kadar rödövans sözleşmelerinin sonuna kadar olduğu, ruhsatların sözleşme sonunda geri alınacağı söylense de, bu geri almalar çok büyük olasılıkla rezervler tükendiğinde ya da rödövansçıların işine geldiğinde olur. Çünkü bu tür sözleşmelerde,süresi sona erdiğinde sözleşmenin uzatılabileceğine dair hükümler olur ve bunlar da genellikle uygulanır.(iii) Rödövans sözleşmesi yapabilen kamu kurum ve kuruluşlarının (TTK, TKİ, Eti Maden ve EÜAŞ. Başka?);ilgili personeli rödövanslı sahalarındaki sıkıntılı sorumluluklarından kurtulabilecek. Bilindiği gibi, mevzuat, ruhsat sahibini sorumlu tuttuğu için, TTK ve TKİ’nin ilgili personeli, rödövanslı sahalardaki iş kazaları nedeniyle yargılandı, çok zor günler geçirdi, geçirmekte. İktidar, kamu kuruluşlarının rödövans uygulamalarından en azından şimdilik vazgeçmek istemediği ve rödövanslı sahalardaki denetimlerin layıkıyla yapılmasını sağlayamadığı için, bu maddedeki değişiklikler anılan kuruluşların ilgili personelini rahatlatacaktır. (iv) Devletçe işletilmesi amacıyla özel gerçek ya da tüzel kişilerden geçmişte alınmış sahaların ruhsatlarının başka özel kişilere devredilme yolu açılacak. Şöyle ki: TTK’nın elindeki taş kömürü sahaları; özel kişi ya da kuruluşlara ait iken 1940 yılında çıkarılan 3867 sayılı kanun ve bu kanuna dayanılarak çıkarılan 15.10.1940 tarih ve 2/14547 sayılı Kararname gereğince devletçe işletilmesi kararlaştırılan, sonraki yıllardaki birkaç kararname ile alanları daraltılan sahalardır. TKİ’nin elindeki sahaların bir kısmı da, 1978 yılında çıkarılan 2172 sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak 17.11.1978 günü yayımlanan 7/16826 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na dayanarak devletçe işletilmesine karar verilen sahalardır. Bu tür sahaları özel kişiler 1989 yılında rödövans, geçtiğimiz yıl da işletme hakkı devri yolu ile işletmeye başlamıştı. Ancak o uygulamalarda ruhsat devri olmadığı için,3867 ve 2172 saylı yasalara aykırı bir durum olmadığı savunuluyordu. Anılan yasalar halen yürürlükte iken, bu sahaların ruhsatlarının-kâğıt üstünde geçici fakat pratikte geri dönüşü olmayacak biçimde-devrinin hukuka ne kadar uygun olduğu sorusunu hukukçular cevaplamalıdır.(iv) Hukukçuların cevaplaması gereken bir başka soru da şu: Ruhsatların rödövansçıya devri uygulamada ne gibi sorunlara yol açabilecektir. Örneğin, rödövasçının bir kusuru sonucunda ruhsat iptali gerekirse, kamu kesimi ruhsat ya da gelir kaybından dolayı zarara uğrar mı?

4. Son sözler
Maden Yasası’nın bu değişiklikler sonrasında da sektörün ihtiyaçlarına cevap veremeyeceği, sorunsuz uygulanamayacağı tahmin edildiği için, yıllardır Yasa’daki her değişiklikten sonra sorduğum soruyu yine sorabilirim: Bir sonraki değişiklik ne zaman? (Nisan 2019)

0556393