Bu yazıda 1979-1982 yılları arasında, o yıllardaki adıyla Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsünde, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) desteği ile uygulanan “Fizibilite Etütleri Dairesinin Güçlendirilmesi Projesi” ve düşündürdükleri konu edilmektedir.

Projeden beklenen asıl yarar; MTA'nın detaylı ve milletlerarası standarda uygun fizibilite etütleri ile sonuçlanacak, tamamiyle entegre maden arama-araştırması programlarını yürütebilecek kapasitede bir kuruluş haline gelmesinin sağlanması; ve böylece mühendislik-müşavirlik hizmetlerinde dışa bağımlı olmadan mineral kaynak potansiyelini harekete geçirip, ülke kalkınmasını hızlandırmak, idi.

Proje bir anlamda, MTA’da tek başına bir jeoloğun/jeoloji mühendisinin, mineral yatağının işletilebilirliğini etkileyen madencilik, metalürjik, ekonomik, ticari, hukuksal, çevresel, altyapısal vb etmenleri dikkate almadan “rezerv” bilgisi içerdiği iddiasını taşıyan raporlar hazırlamasını esas alan yerleşik mineral arama-araştırma sürecine alternatif bir çalışma anlayışının pilot uygulaması idi.  

Olmadı. Birileri Projenin amaçlarına ulaşmasına izin vermemişti.

Geçtiğimiz yıllarda Maden Kanunu’na kaynak, rezerv ve fizibilite kavramlarının girmesi, Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu (UMREK)’nun kurulması, bu Komisyon’un hazırladığı “Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Kodu”nda bir “rezerv”den söz edebilmek için en azından ön fizibilite düzeyinde bir çalışmanın yapılmış olması gerektiğinin belirtilmesi gibi gelişmeler, bu projenin ve 1970’li yıllardaki bazı kişilerin çok değerli çabalarının hatırlatılmasını zorunlu kıldı. Ola ki kaynak, rezerv ve fizibilite (yapılabilirlik) terimlerinin ve/veya rezerv kavramından söz edebilmek için (ön) fizibilite araştırması gerektiğinin nevzuhur “icatlar” olduğunu sananlar olabilir. Ola ki, 51 yıl öncesinde birilerinin MTA’da “Fizibilite Etütleri” adlı bir birim kurduğundan bihaber olanlar olabilir. Ola ki, meslekte kıdemi kemale ermiş kuşak mensuplarının tümünü aymazlıkla suçlayanlar olabilir.

Yazıda Projenin amaçları, gerekçeleri, geliştirildiği dönemin özellikleri, amaçlarına ulaşamamasının nedenleri hakkında bilgiler verilmekte; amaçlarına ulaşamamasının madenciliğimize etkileri, amaçlarına ulaşsaydı neler olabileceği vb ile bugünlere dair bazı konularda değerlendirmeler yapılmaktadır.

1. PROJE

Yazı konusu Proje, dönemin MTA yetkilileri tarafından geliştirildi, Hükümetimiz ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı arasında 24 Ekim 1977 tarihinde imzalandı, Bakanlar Kurulunun 28/3/1978 tarih ve 7/15152 sayılı kararı ile onaylandı ve bu karar Milletlerarası Andlaşma olarak 15 Mayıs 1978 tarih ve 16288 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Proje (TUR/77/002/A/O1/O1), resmi adı “MTA Enstitüsü Fizibilite Etütleri Dairesinin Güçlendirilmesi Projesi” olmakla birlikte, sözlü iletişimde olduğu gibi pek çok belgede de “Eğitim Projesi” olarak da anıldı.

Bu proje, aynı dönemde BMKP tarafından desteklenen MTA projelerinden biridir. Diğer projeler; MTA Teknoloji Laboratuvarlarının Geliştirilmesi (TUR/77/004), Kaya Mekaniği Merkezi (TUR/75/086), Data Bankası ve Bilgi İşlem Merkezi (TUR/75/105), Sondaj Grup Eğitimi (TUR/75/009), Maden Kaynaklarının Geliştirilmesi Projesi (TUR/76/02)’dir.

Eğitim Projesinin geliştirilmesinde ve BMKP’dan finansman desteği sağlanmasında katkıları olan dönemin Fizibilite Etütleri Dairesi Başkanı Dr. Kutlay Oral ve yardımcısı Turhan Armutçu ile Genel Direktör Dr. Sadrettin Alpan’ı saygı ile anıyorum.

1.1. Amacı, Faaliyetleri ve Tarafların Katkıları 

Projenin amaçları, sağlayacağı yararlar, faaliyetleri, bütçesi vb bazı bilgiler, 15 Mayıs 1978 tarihli RG’deki ifadelerle, fakat biraz kısaltılarak şöyle aktarılabilir:

Kalkınma amacı

MTA'nın yüksek standartlı maden araştırma fizibilite etütleri yapmasını hızlandırarak, memleket için özellikle ulusal ekonomi açısından hayati önem taşıyan maden kaynaklarının işletilmesinin hızlandırılmasını sağlamak.

Kısa vadeli amaçlar

(1) Fizibilite Etütleri Dairesi elemanlarına ileri eğitim ve uygun tecrübe kazandırılması ve böylece ilgili projelerle bağlantılı olarak MTA'nın detaylı ve milletlerarası standarda uygun fizibilite etütlerini yapabilecek, tamamıyla entegre maden araştırması programlarını yürütebilecek kapasitede bir kuruluş haline gelmesinin sağlanması. (2) Eğitim sürecinde Türkiye'de seçilen bazı mineral yataklarıyla ilgili “model” fizibilite etütlerinin sağlanması.

Projenin geçmişi ve tamamlayıcı bilgiler

MTA, son yıllarda veri elde etme kapasitesinin çok artmasına karşılık, verilerin değerlendirilmesinde ve daha sonra detaylı fizibilite etütleri hazırlanmasında benzeri bir gelişme sağlayamadığını bu nedenle harcamalarının tam karşılığını alamadığını fark ederek bu eksiklerini gidermek gereğini duymuş ve işbu projeyi hazırlamıştır. MTA bu alandaki eksiklerinin esas sebebinin aslında iyi nitelikli olan elemanlarının tecrübesizliği olduğunu anlamıştır. Bu proje MTA'nın seçilecek elemanlarına özel eğitim ve dikkatle hedeflendirilmiş tecrübe sağlayarak, bu engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır.

Sağlanacak yararlar

1) Başarılı olursa Proje MTA’da entegre çalışabilen tecrübeli, iyi eğitilmiş mühendisler ve jeologlar grubu oluşturulmasını sağlayacaktır. Bu grup dış yardımlara gerek duymadan güvenilir ve teknik açıdan emniyetli madencilik fizibilitesi çalışmalarını yapacak kapasitede olacaktır. Bu sonuç projenin sağlayacağı en önemli yarar sayılacak ve proje esas kısa vadeli amacına ulaşmış olacaktır.

2) Proje eğitim sürecinde, Türkiye yatakları ile ilgili bir seri “model” fizibilite etütleri hazırlanacak ve bunlar Projenin Teknik Dokümanlarının bir serisini oluşturacaktır. Projenin Teknik Dokümanlarının diğer bir serisi kontrat yapılan kuruluşça hazırlanacak ve Fizibilite Etütlerinde kullanılan özel tekniklerin uygulanmasını açıklayan dokümanlar olacaktır, ayrıca kontrat yapılan firma kontratta belirtildiği üzere bir nihai rapor hazırlayacaktır.

Proje faaliyetleri ve takvimi

1)  Müteahhit firmaca, MTA ve UN/OTC (United Nations Office of Technical Cooperation) ile sıkı işbirliği halinde detaylı bir eğitim programının hazırlanması (Ocak 1978).

2)  Müteahhit firma elemanlarınca MTA'nın profesyonel elemanlarına fizibilite etüdü hazırlanması konusunda bilgi verilmesi (Şubat 1978-Aralık 1980).

3)  MTA'nın profesyonel elemanlarına müteahhit firma elemanlarınca arazide gerekli verilerin toplanması ile ilgili bilgi verilmesi (Mayıs 1978-Mart 1980).

4)  Türkiye dışında fizibilite çalışmalarında görev alacak uygun kalifiye MTA elemanlarının saptanması (Ekim 1978-Mart 1980).

5)  Müteahhit firma önderliğinde, MTA elemanlarınca seçilmiş Türk maden kaynakları ile ilgili “model” fizibilite etütlerinin hazırlanması (Ekim 1978-Haziran 1981).

Sözleşmede Projenin 43 ayda tamamlanması öngörülmüştü.

Tarafların katkıları ve sorumlulukları

1) Hükümetin Katkıları ve Sorumlulukları:

Hükümet 342.000 dolarlık masrafa katılımı Proje Bütçesinde gösterildiği üzere sağlayacak; MTA Fizibilite Etütleri Dairesinden kıdemli bir elemanı Ulusal Proje Koordinatörü olarak görevlendirecek; yeterli sayıda uygun nitelikli mühendis, teknik eleman ve jeolog görevlendirip müteahhit firmadan, fizibilite etüdü çakışmalarının çeşitli etaplarında eğitim almalarını sağlayacak; MTA'nın diğer teknik dairelerinden (örneğin analiz ve teknoloji laboratuvarları, Sondaj Dairesi) yardım istendiğinde öncelikli olarak sağlayacak; Projeye gerekli olacak büro, mobilya, sekreter, arazi taşımacılığı, çizim bürosu ve yardımcı personeli sağlayacaktır.

Hükümetin hazırlık faaliyetleri: (i) Fizibilite Etütleri Dairesinin yeni binasının yapımına başlanması; (ii) Ulusal Proje Koordinatörünün atanması; (iii) Model fizibilite etütlerinin yapılacağı rezervlerin seçilmesi.

Hükümetin masrafa katılım payını kapsayan Proje Bütçesi 342.000 ABD doları; ayni katkısını kapsayan Proje Bütçesi 41.895.000 TL.

2) BMKP katkıları ve sorumlulukları:

BM, projenin tüm eğitim faaliyetlerini yürütecek bir müteahhit seçecek ve kontratta belirtilenleri müteahhide sağlayacaktır. Seçilen müteahhit büyük madencilik projelerinin fizibilite etütlerinin hazırlanmasında uluslararası tecrübesi olan bilinen bir kuruluş olacaktır.

BM bir temsilci veya koordinatör saptayarak Projenin Uygulayıcı Kuruluş adına genel denetimini yapacaktır. Müteahhidin bütün yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini kontrol edecek ve Müteahhit, MTA ve BMKP temsilcisi arasında tatmin edici devamlı bir ilişki kurulmasına çalışacaktır. Bu görevler, Maden Kaynaklarının Geliştirilmesi Projesinin (TUR/76/0O2) Teknik Koordinatörünce yürütülecektir.

UNOTC'un hazırlık faaliyetleri ve takvimi: (i) Alt sözleşme için teklif dokümanlarının hazırlanması (Nisan 1977); (ii) Teklif çağrılarının uluslararası düzeyde dağıtılması; Tekliflerin Hükümet ile görüşülerek değerlendirilmesi; Müteahhittin seçimi ve atanması (Ekim 1977).

BMKP Katkısını Kapsayan Proje Bütçesi, 600.000 ABD Doları.

Sağlanacak yararların iletişimi

Hükümet, proje sonunda elde edilecek model fizibilite etütlerinin çoğunun veya tamamının Etibank ve diğer kamuya ait madencilik kuruluşlarınca maden kaynaklarının araştırılmasının planlanmasında ve finansmanında baz olarak kullanılmasına izin verecektir. Bu kuruluşların ve onlara dayalı iş yaparken tereddüte düşmemesi için uygun nitelikli temsilcilerinin, projenin eğitim faaliyetlerine ve model etütlerinin hazırlanmasına katılmak üzere davet edilmesi öngörülmüştür.

2. PROJENİN GELİŞTİRİLDİĞİ DÖNEMİN BAZI ÖZELLİKLERİ

Projenin gerekçesinin ve amaçlarının daha iyi anlaşılabilmesi için, geliştirildiği döneme ilişkin bazı temel bilgilerin ve koşulların hatırlatılmasında yarar vardır. Bunlar şöyle özetlenebilir.

i) Proje, Türkiye’de planlı kalkınma anlayışının etkin olduğu 1970’li yılların ortalarında geliştirildi, finansal destek sağlandı ve sonlarında uygulanmaya başladı. Bilindiği gibi, 1960 yılında başlayan planlı ekonomi/kalkınma dönemi, 24 Ocak 1980 Kararları ile sona ermişti. Planlamada, ileride uygulanacak yatırım projelerinin başarı şanslarını önceden objektif kriterlerle ölçüp, aralarında planın hedeflerine uygun bir sıralama yapılmasını; bu ise yatırım projelerinin nitelikli biçimde hazırlanmasını ve değerlendirilmesini gerektirir. Madencilik, planlı dönemde önemsenen sektörlerdendi. Kalkınma planlarında madencilik sektörünün, güvenilir mineral envanteri üzerine bina edilmeleri durumunda, hedeflerine ulaşma olasılığı artar. Bu nedenle, mineral arama-araştırma sonuçlarına ilişkin raporların ve madencilik yatırım projelerinin güvenilir nitelikte olması önemlidir.

ii) Madencilik sektöründe kamu kesiminin ağırlığı çok fazla idi. Dönem sonuna doğru (1978 yılında) çıkarılan 2172 sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Kanun ve bu kanuna dayanarak çıkarılan kararnameler ile ruhsatı özel kişilere ait nerede ise tüm demir, kömür ve bor sahalarının da devletçe işletilmesine karar verilmişti. MTA bulup geliştirdiği maden sahalarını, ilgi alanlarına göre madencilik alanında faaliyette bulunan İktisadi Devlet Teşekküllerine (İDT; Etibank, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu-TKİ, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri-TDÇİ) devrediyordu.

iii) İDT’lerin TL cinsinden yatırım kredileri Devlet Yatırım Bankasınca (DYB) sağlanmaktaydı. İthal girdilerin (makine-teçhizat, mühendislik, müşavirlik hizmetleri vd) finansmanı için ise adres uluslararası finansman kurumları idi. Bu tür kredileri verecek kurumlar da güvenilir (bankable) fizibilite araştırmalarını şart koşar. Bu tür araştırmaları gerçekleştirebilecek mesleğinde uzman kadroları yetiştirmek üzere DYB, kredi verme fonksiyonuna ek olarak, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT’lerin) ve diğer bazı kamu kurumlarının ilgili personeli için, yatırım projelerinin hazırlanması ve değerlendirilmesi konulu 8 haftalık seminerler düzenlerdi. Bu seminerlerin de önemli katkısı ile Türkiye’de, gerek kalkınma planlarının ihtiyacı olan, gerekse de DYB’den kredi talep edebilmek için gerekli olan fizibilite araştırma raporlarını hazırlayabilecek kadroları yetiştirme süreci devam etmekte idi. O yıllarda kamu yatırım projelerinin yalnızca ticari açıdan değil, ulusal ekonomiler ve toplum açısından da değerlendirilmesi gerektiği dünyada giderek daha fazla kabul görüyor ve bunun yöntemlerine dair yayınlar IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası- Dünya Bankası) ve BMKP gibi kurumlarda hazırlanıyordu. DYB seminerlerinde kamu yatırım projelerinin ekonomik değerlendirilmesi, sosyal fayda-maliyet analizi konuları da işlenirdi. Kamu madencilik kuruluşlarından bu eğitimlere katılan personel de oluyordu. DYB için fizibilite araştırması yapabilecek kadrolar öyle ya da böyle oluşmaya başlamıştı. Ancak bu kadrolar, çok daha nitelikli (güvenilir) olmasını isteyen uluslararası finansman kuruluşlarının koşullarını sağlayacak nitelikte güvenilir ve ayrıntılı fizibilite araştırmalarını yapabilecek bilgi birikimi ve deneyim düzeyine henüz erişmemişti. Mühendislik-müşavirlik firmaları/büroları da bu tür hizmetleri verebilecek düzeyde değildi. Bu nedenle, uluslararası finansman kuruluşlarına sunulacak fizibilite araştırmalarının yabancı danışmanlık firmalarına yaptırılması gerekiyordu.

iv) Madenlerin aranması, işletilmesi ve üzerlerinde hak iktisabı; 6309 saylı Maden Kanunu’na göre yürütülmekte idi. 1954 yılında çıkarılan bu kanun, Demokrat Parti’nin liberal ekonomi politikalarına uygun olarak, madenler özel kişilerce, olamıyorsa da devletçe işletilsin de nasıl işletilirse işletilsin ilkesini esas alan, arama ve işletme ruhsatı verilmesinde şekil şartından başka şart aramayan, bir kanundu. Her ne kadar Türkiye’de madenciliğin geçmişi çok eskilere uzansa da, çağdaş anlamdaki madencilik kültürü henüz emekleme dönemindeydi. Özel kişiler, ki çoğu çok kıt sermayeli idi, bilim ve tekniğin gerektirdiği neredeyse hiçbir arama faaliyetinde bulunmadan işletmeye aldıkları sahaları “mostra madenciliği” anlayışıyla, mikro ölçekte ve ilkel yöntemlerle işletiyor (ve buna Maden Dairesi göz yumuyor); madencilikten kazandığını başka alanlara yatırıyordu. Kamu madencilik kuruluşları ise, görece daha iyi aranmış sahaları, küçük-orta ölçeklerde ve görece gelişmiş yöntemlerle işletiyordu. Ancak sektör genelinde maden arama-araştırma faaliyetleri yeterince ayrıntılı ve rasyonel olmaz, yatırım kararları ayrıntılı fizibilite araştırmalarına dayandırılmazdı. Maden mühendisliği fakülteleri/bölümleri, kamu idareleri, kamu/özel madencilik şirketleri gibi, 1935 yılında kurulmuş olan MTA da bu kültürün bir kurumu idi. Bir sahadaki arama-araştırma faaliyetlerini kıdemi/deneyimi ne olursa olsun tek bir jeolog/jeoloji mühendisi yürütebiliyordu. Birkaç yetersiz bulguya dayanarak, mineral yatağının işletilebilirliğini etkileyen etmenler dikkate alınmadan ya da bazıları üstünkörü dikkate alınarak “rezerv hesaplamaları”, kilogramına varan hassasiyetle raporlanabiliyor, bu raporlardaki sonuçlar ciddiye alınarak Türkiye’nin resmî maden rezervleri istatistiklerine yansıtılıyordu.

v) Madencilik sektöründeki bu yanlışlığı gördüğü anlaşılan MTA yönetimi, gidişata kayıtsız kalmayarak, 1969 (yazıyla, bin dokuz yüz altmış dokuz) yılında, bünyesinde “Fizibilite Etütleri Servisi” de bulunan Plan ve Proje Şubesini kurdu. “Fizibilite” terimini yalnızca madencilik sektöründe değil, tüm Türkiye’de duymuş olanların bile çok çok az olduğu günlerde kurulmuş olan bu birim, muhtemelen Türkiye’de kamu kurum/kuruluşlarında bu adla kurulan tek birim olmalı. Bu adım, dönemin MTA Genel Direktörü Dr. Sadrettin Alpan’ın dünyadaki gelişmeleri iyi izlediğinin göstergesidir[1] ve MTA’yı ve Türkiye madenciliğini geliştirme yönlü çabalarına ilişkin pek çok örnekten biridir. Fizibilite Etütleri Servisinin ilk birkaç yılındaki bilgi birikiminin oluşmasında Tuncer Yegülalp ve Sezer Dikmen’in önemli katkısı olmuştu. Sonraki yıllarda çok çalışkan ve iyi niyetli Servis Şefi Turhan Armutçu liderliğinde, bir yandan dönemi açısından yenilik niteliğinde kayda değer nitelikli işler yapılıyor, diğer yandan iyi eğitimli genç personel (maden/jeoloji/metalürji/makine mühendisleri, ekonomist, matematikçi, yöneylem araştırmacı, istatistikçi, bilgisayar programcısı) ile kadro niceliksel ve niteliksel olarak güçlendiriliyordu. Plan ve Proje Şubesine yüklenen işlevler artınca ve MTA’da şubeler dairelere dönüştürülüyor olunca, Şube 1976 yılında, Araştırma Planlama Koordinasyon ve Fizibilite Etütleri Daireleri olarak ikiye bölündü. Demir, Bakır, Kömür ve Endüstriyel Hammaddeler servisleri, Fizibilite Etütleri Dairesinin bünyesinde ilk etapta oluşturulan alt birimlerdendi.

Projenin geliştirildiği dönemde, Fizibilite Etütleri Dairesinde idari ve destek birimlerindekiler dâhil toplam 30 personel vardı. Bu personelin yaklaşık yarısı birkaç yıllık deneyime sahipti. Sonraları 68 Kuşağı olarak adlandırılan, yurtsever, ülke için iyi şeyler yapma hevesindeki, çalışkan gençlerdi. Zor bir saha olan, Türkiye’nin bilinen en büyük demir kaynağı niteliğinde olan ve hâlâ işletmeye alınamamış durumda bekleyen Malatya-Hekimhan-Hasançelebi demir yatağı ön fizibilite araştırması, Adana-Feke-Attepe demir yatağı Fizibilite Araştırması, Çayeli Ana İhzarat Projesi, MTA Kaya ve Zemin Mekaniği Laboratuvarı kurulmasına yönelik ilk araştırmalar, kaynak ve rezerv tahminlerinde matematiksel ve istatistiksel yöntemler ile bilgisayardan yararlanma; Denizli-Kızıldere’deki jeotermal enerji kaynağından kentsel ısınmada yararlanılması gibi faaliyetler, Plan ve Proje Şubesi ve/veya Fizibilite Etütleri Dairesi bünyesinde 1970-1978 yılları arasında gerçekleştirilen faaliyetlerden akılda kalanlardır. Bu işlerin bazılarının güle-oynaya yapılmadığı, bu süreçte fizibilite kavramını yeterince özümsememiş, geleneksel iş yapma anlayışından taviz vermeyen MTA kadrolarıyla ciddi sıkıntılar yaşandığı da not edilmeli. O dönemin ürünlerine, Güneş Caner’in “Rezerv, Tenör ve İşletilebilirlik Kavramları”, “Madencilik Yatırımları ve Ekonomik Değerlendirme Teknikleri”, “Maden İşletme Yöntemlerinin Ekonomik Açıdan Karşılaştırılması ve En Uygun (Optimum) İşletme Politikasının Saptanması”, “Maden Ekonomisi (mineral kaynaklarının değerlendirilmesi teknik ve ekonomik kavram, değer, kriter ve yöntemler) ile “Mineral (maden) Kaynak ve Rezervlerinin Sınıflandırılması (kavram, terim ve ilkeleri)” başlıklı kitapçıkları[2] eklenmelidir. Sektörde halen pek çok kişinin Caner’in bu kitapçıklarındaki kavramlara hayli uzak olduğu da hatırlanırsa, o kadroların çabalarının değeri daha iyi anlaşılabilir. Ancak o kadro, güvenilir fizibilite araştırması yapabilecek donanım ve deneyime henüz sahip değildi.

3. RÜZGÂR TERS YÖNDEN ESMEYE BAŞLADI

Eğitim Projesi’nin taraflar arasında imzalandığı (Ekim 1977) günlerden itibaren Türkiye tarihine damga vuran çok önemli gelişmeler art arda oldu. Bu gelişmeler ve bu gelişmelerin Projenin performansı ile amaçlarına etkileri/yansımaları şunlardı:

i) Projenin taraflar arasında imzalandığı günlerde, İkinci MC (Milliyetçi Cephe) olarak anılan Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) oluşturduğu koalisyon hükûmetinin büyük ortağı olan Adalet Partisi’nin 11 milletvekilinin AP'den ayrılıp Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP’ye) katılmasıyla Koalisyon Hükûmeti düştü ve sonrasında CHP hükûmeti kuruldu. (Bu olay tarihe “Güneş Moteli olayı” ya da “11’ler olayı” olarak geçti.) CHP Hükûmeti’nde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan Deniz Baykal, MTA Genel Direktörü Doç. Dr. Sadrettin Alpan’ı görevden aldı, o göreve Prof. Nezihi Canıtez’i atadı. Canıtez’in görev süresi 8 ay kadar sürdü, yerine Erol İmre atandı. Aynı dönemde, Kutlay Oral ve Turhan Armutçu MTA’dan ayrıldılar. Canıtez ve İmre Projeyi engellemediler ama taşlar yerinden oynamıştı. Fizibilite Etütleri Dairesi kurucuları ile deneyimli yöneticilerinden, Proje de, geliştirilmesine en fazla katkıda bulunan üç yöneticinin desteğinden/katkısından yoksun kalmış oldu.

ii) Zamanla siyasal istikrarsızlık arttı, ekonomik kriz derinleşti. Sonradan 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nin gerekçesi olarak kullanılacak olan ve bir dış mihrak destekli “karanlık güçlerin” tezgâhı olduğu anlaşılan olaylar zaten başlamıştı. Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarında insanların üstüne kurşun yağdırılması (1977), İstanbul Üniversitesi öğrencilerine silahlı-bombalı saldırı (Mart 1978), Kahramanmaraş’ta (Aralık 1978) ve Çorum’da (Mayıs 1980) Alevi yurttaşların katliamları, Abdi İpekçi (1979) ve Kemal Türkler’in (1980) suikast sonucu öldürülmeleri, sokak çatışmaları gibi olaylar zamanla hız kazandı. Olayların MTA içine yansıdığı ve sıklaştığı dönemler de oldu. Ekonomik kriz, MTA dâhil kamu kurum ve kuruluşları bütçelerinin kısılmasına, faaliyetlerinin azalmasına ve aksamasına yol açtı ve bu olumsuzluk 2000’li yıllara kadar artarak devam etti. Örneğin, 1978-1980 yıllarında MTA’da program gerçekleşmeleri %25-30 düzeyini geçememiş, kış soğuğunda kalorifer sistemi yakıt yokluğu nedeniyle 15 gün çalıştırılamamıştı. Yeniden Başbakan olan Demirel’in, bir gazetecinin benzin bulunamamasına dair sorusu üzerine, “Memlekette benzin vardı da biz mi içtik?” dediği günlerdi. Tüm toplum gibi Proje ekibi ve çalışmalar da olan bitenden giderek artan oranda olumsuz etkilendi.

iii) Parlamentoda boşalan 5 milletvekilliği için 14 Ekim 1979 tarihinde yapılan milletvekili ara seçimlerinde, iktidardaki CHP’nin ağır yenilgiye uğrayarak hiç milletvekili kazanamaması sonrasında Başbakan Bülent Ecevit istifa etti. Süleyman Demirel’in başbakanlığında AP azınlık hükümeti kuruldu. Hükümet değişikliğinin ardından bürokrasi yine alt üst oldu. Bundan MTA üst yönetimi, Fizibilite Etütleri Dairesi Başkanlığı ve Proje Ulusal Koordinatörlüğü de tabii ki nasibini aldı. MTA Genel Direktörlüğüne MTA dışından MTA’yı ve faaliyetlerini bilmeyen Sıtkı Sancar; Fizibilite Etütleri Dairesine başka bir daireden fizibilite etüdü ile hiç ilgisi olmamış Fahri Has; Proje Ulusal Koordinatörlüğüne de, Projeyi de fizibilite etüdünü de bilmeyen yine daire dışından Dr. Özer Ayışkan atandı. Böylece, Projenin performansı/başarısı, en fazlası 10 yıllık deneyime sahip genç mühendislerin iyi niyetine ve çabasına kaldı. MTA yönetim kademelerindeki bu değişiklikler Projenin tamamlanmasını olmasa da amaçlarına ulaşmasını engelleyen nedenlerden oldu. Sadrettin Alpan’dan sonra gelen genel direktörler/müdürler, Alpan’ın MTA’yı sürekli geliştiren vizyonunu ve çalışanlarını motive etme becerisini hep arattı. Fizibilite Etütleri Dairesi de temel işlevinden uzaklaştırılmaya, zamanla bazı nitelikli personelini yitirmeye başladı ve atalete mahkûm edildi. Daire Başkanı ise gelişmelere seyirci kalmakla yetindi. Bu dönemde, benzer gelişmeler model fizibilite araştırmalarında temsilcileri bulunan Etibank ve TDÇİ’de de yaşandı. Model fizibilite çalışmalarına Etibank’ın katkıları zamanla iyice azaldı, TDÇİ’nin ise hiç olmadı.

iv) AP azınlık hükümeti, ekonomik krize “çare” olarak uluslararası finans kurumlarının önerileri doğrultusunda “24 Ocak Kararları”nı aldı. Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekili Turgut Özal’ın mimarı olduğu bu kararlar Türkiye’nin en önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir. Bu kararlarla, ithal ikameci büyüme stratejisi terk edilerek, dışa açık büyüme stratejisi uygulamaya konuldu, Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alındı, piyasa ekonomisinin kurumsallaşması yönünde adımlar atıldı. Türkiye’deki neoliberal politikaların miladı kabul edilen bu kararlar, planlı kalkınma döneminin sonlandığı anlamına da gelmekteydi. Hükûmetler değişse de değişmeyen bu ekonomi politikası gereği KİT’lerin önce yatırımları ve bütçeleri daha da kısıldı, sonra bu kuruluşlar parçalara ayrıldı, daha sonra da parçalar tasfiye edildi ya da özelleştirildi. Etibank’tan günümüze nerede ise yalnızca bor ve ürünleri/türevleri ile iştigal eden Eti Maden İşletmeleri kaldı. TDÇİ’den ise hiçbir şey kalmadı. Aslında Turgut Özal, Cumhurbaşkanı olarak katıldığı 1990 yılındaki 1. Madencilik Şurası’nda, sonraki yıllarda madencilik sektöründe olacakların ipucunu vermiş, yabancı sermayeden korkmamak gerektiğini söylemişti. İDT’lerin yatırımlarına izin verilmeyince DYB’ye de, DYB’nin Proje Hazırlama ve Değerlendirme Seminerlerine de gerek kalmadı. Kamu yatırım projelerinin ekonomik açıdan değerlendirilmesi, sosyal fayda-maliyet analizleri yapılması gerekleri de umursanmaz oldu, zamanla unutuldu.

v) Neoliberal dönüşümlerin uygulanabilmesi, yükselişte olan toplumsal muhalefetin sindirilmesi ve dinin toplum yaşamında daha etkin kılınması için baskı ortamı gerekliydi. Bu koşullar da 12 Eylül Askeri Darbesi’ni izleyen dönemde sağlandı. Bu baskılardan elbette MTA personeli de nasiplendi. Yukarıda sayılan olumsuz koşullar Darbe sonrası dönemde artarak devam etti. Projenin uygulama döneminin son iki yılı bu koşullarda geçti.

vi) Zaten yetersiz olan yürürlükteki 6309 sayılı Maden Yasası, dönemin ekonomik politikalarına uyarlanacak biçimde yenilendi. Madencilikte kamu kuruluşlarının yerini alması istenen özel şirketlerin teşvikini ve madenciliğimize yabancı sermayeyi çekmek amacıyla hazırlanan 3213 sayılı Maden Yasası 1985 yılında yürürlüğe girdi. Dar bir kadro tarafından hazırlanan ve yeterince tartışılmadan kabul edilen bu yasa da mineral kaynakların korunmasına, verimli işletilmesine, işletilmesinde toplum yararının gözetilmesine, mineral kaynakların bilim ve tekniğin gereklerine göre aranmasına ve işletilmesine yönelik hükümler içermiyordu. Halen yürürlükte olan bu yasa da bilindiği gibi bugünlere değin galiba 23 kez değiştirildi. Haberlere bakılırsa 24’ncüsü de yolda. Yetkin ve çağdaş yeni bir madencilik yasası hazırlanıncaya kadar bakalım kaç kez daha değiştirilecek bu sistematik olmayan ve yamalı bohçaya dönüşmüş Maden Yasası.

Tersten esen rüzgâr, zamanla, yalnız projeyi ve madenciliği değil, Cumhuriyet’in kazanımlarını da bambaşka yerlere sürükledi. 

4. PROJENİN UYGULANMASI, HANGİ AMACINA NE KADAR ULAŞILDI?

4.1. Projenin Uygulanması

BMKP’nın yaptığı ihaleyi Outokumpu (Finlandiya) firması kazandı. Projenin uygulanması 9 ay gecikme ile 1978 yılı Ekim ayında fiilen başladı. Ulusal Proje Koordinatörü olarak Ali Emre Aydın atandı. Siirt-Madenköy bakır yatağı ile Malatya-Hekimhan-Deveci siderit yatağı, model fizibilite araştırması yürütülecek mineral yatakları olarak belirlendi. Bu iki model fizibilite araştırması için birer ekip (tim) ve altlarında üçer çalışma grubu (jeoloji, madencilik zenginleştirme) oluşturuldu ve bu gruplarda Fizibilite Etütleri, Maden Etüt ve Teknoloji Dairelerinden kişiler görevlendirildi; ekip liderleri (Neval Aydın ve Mehmet Kayadelen, Neval Aydın’ın bir süre sonra bu görevden ayrılmasıyla yerine Nedim Kutluay) atandı. Projeyi sonradan devralacak olan Etibank ve TDÇİ’den de birer temsilci ekiplerde yer aldı. Projede öngörülen faaliyetler uygulandı. Bu kapsamda;

- Ekiplerin üyelerine Ankara’da Fizibilite Araştırması konulu teorik ön eğitim verildi;

- Proje ekibinde yer alan seçilmiş MTA personeli Finlandiya’da bir ay süre ile eğitim aldı, pek çok maden işletmesini inceledi, teknik bilgiler edindi. 

- her proje için yedi ciltlik (Yönetici Özeti, Jeoloji, Madencilik, Cevher Zenginleştirme, Yardımcı Tesisler ve Altyapı, Uygulama, Mali ve Ekonomik Değerlendirme) bir adet ara ve bir adet de nihai fizibilite araştırması raporları İngilizce olarak hazırlandı.

Müteahhit firma (Outukumpu Oy), uygulama döneminin başlangıcında Pretraining of The Turkish Personnel For Feasibility Study Projects; sonunda da Model Feasibility Study of Mining Projects, General Ways to Realize Mining Projects gibi yalnız o dönemde değil bugünlerde de kolay kolay erişilemeyecek teknik bilgiler içeren dokümanlar hazırlayıp MTA’ya verdi.

Türkiye’nin en sancılı bir döneminde uygulanan Projenin sorunsuz yürütülmesi beklenemezdi. Yukarıda kısaca tanımlanan Türkiye’deki koşulların dışında MTA içinden kaynaklanan sorunlarla da boğuşulması gerekiyordu. MTA içinden kaynaklanan en önemli sorun da, Genel Direktör Sıtkı Sancar ve yardımcıları ile Daire Başkanı Fahri Has’ın projeye kayıtsızlıkları idi. Ocak 1981’de, Proje Koordinatörlüğüne yeni atanan Dr. Özer Ayışkan’a sunulmuş olan ve artık tarihi bir belge niteliğini kazanmış bir bilgi notunda[3], Projenin sorunları geniş bir biçimde anlatılmaktadır. Burada, bu sıkıntılardan söz edilmeyecek, bugünler için çok komik sayılabilecek ancak o günlerin kanıksanmış bir gerçeği olan şu anekdotun aktarılması ile yetinilecektir: Müteahhit firma proje koordinatörü, çalışmalara yararı olabilecek galiba 5-6 sayfalık bir dokümanı kısa süreliğine sahibinden ödünç almış, MTA’da hemen fotokopi çektirilmesini bir ekip liderinden istemişti. Ekip lideri, bu işin hemen olamayacağını, zaman alacağını belirtti; neden olarak da zorunlu bürokratik süreci şöyle açıkladı: “Benim bir fiş doldurmam, fişi önce bizim Daire Başkanının sonra fotokopi makinesinin olduğu dairenin başkanının onaylaması, sonra da işin sıraya girmesi gerekiyor. Her şey yolunda giderse, en erken yarım saatte fotokopi çekilebilir.” Bu cevap üzerine Finli Proje Koordinatörü hiç beklemeden özel otosu ile şehir içindeki bir kırtasiyeciye gidip daha kısa zamanda fotokopi işini halledip geldi.

Koşullar çok elverişsizdi. Daire Başkanı, Genel Müdür ve yardımcıları ilgisizdi, BM sıkıştırmıyorsa Projeyi umursamıyorlardı. Proje personelinin motivasyonu azalmış, bir kısmı Projeden ve/veya Daireden ayrılmıştı. Projenin yarıda kalması, tamamlansa bile amaçlarına ulaşmaması için pek çok neden olduğu halde Proje tamamlandı. Nasıl? Koordinatör Ayışkan’ın desteği önemli olmakla birlikte belirleyici olan, ikisi Projeye sonradan katılan bazı personelin çok özverili çabasıydı. BMKP’nın temsilcisi olarak Projenin genel denetimini yapmakta olan bir İngiliz uzmanın şu mealdeki sözleri, Projede görev yapan bazı personeli motive eden etkenlerden biri oldu: “Bu projeyi öğrenen bazı geri kalmış/gelişmekte olan ülkeler de benzerini BMKP’dan talep etti. Onlara söylenen şu oldu: Geri kalmış/gelişmekte olan ülkeler birbirlerine benzer. Bu projenin Türkiye’de/MTA’da uygulanmasına bakalım. Başarılı olursa, sizlerde de uygularız.”

4.2. Projenin Hangi Amacına Ne Kadar Ulaşıldı?

Peki, bunca olumsuz koşullarda, Projenin hangi amacına ne kadar ulaşıldı? Projenin, resmi belgelerde yer alan amaçlarından hareketle bu konuda şunlar söylenebilir:

i) Fizibilite Etütleri Dairesinin bazı elemanlarına ileri eğitim ve uygun tecrübe kazandırılabildi; MTA’da entegre (birbiriyle bağlantılı) çalışabilen tecrübeli, iyi eğitilmiş mühendisler ve jeologlar grubu kısmen oluşturuldu. Ancak bu grubun, dış yardımlara gerek duymadan güvenilir ve teknik açıdan emniyetli madencilik projeleri fizibilite çalışmalarını yapacak kapasiteye eriştiği söylenemez. MTA'nın detaylı ve milletlerarası standarda uygun fizibilite etütlerini yapabilecek, tamamıyla entegre maden araştırması programlarını yürütebilecek kapasitede bir kuruluş haline gelmesi sağlanamadı; MTA'nın yüksek standartlı maden arama-araştırmaları yapıp fizibilite raporları hazırlaması hızlandırılamadı. Çünkü eğitilen ve deneyim kazanmış olan grup kalıcı olmadı. Grup üyelerinin bir kısmı hemen ayrıldı, ayrılmayanlar da atıl tutuldu. Ve bu projeden edinilen bilgi ve deneyimler Fizibilite Etütleri Dairesine ve MTA geneline aktarılamadı. Üst ve ara kademe yöneticileri Proje çıktılarını sahiplenmedi. Zamanla ne Fizibilite Etütleri Dairesinden fizibilite etüdü talep edilir oldu, ne de bu dairede güvenilir fizibilite yapabilecek kadrolar kaldı. Fizibilite Etütleri Dairesi hâlâ aynı adı koruyor ancak bu dairenin yaptığı işlerin fizibilite etütleri ile hiç bir ilgisi yıllardır yok. Dolayısıyla da MTA’da maden arama-araştırma sürecinde bir değişiklik olmadı, yerleşik uygulama MTA’da ve sektörde devam etti. Birileri “mevzilerini korur iken”, sektörün gelişmesi engelleniyordu. O nedenle, MTA’da ve sektör genelinde yıllarca ve yıllarca yalnızca bir jeoloji mühendisinin imzasıyla “rezerv” tahmini içeren raporlar yayımlandı, bu raporlar her yerde kabul gördü. Birkaç ısrarlı çatlak(!) ses dışında gidişata itiraz eden olmadı. O nedenle, aynı anlayışın uzantısı olarak, yıllarca ve yıllarca, işletilebilirliğe yönelik ciddi hiçbir arama-araştırma içermeyen raporlara ve göstermelik “işletme projelerine” dayanarak işletme ruhsatları verildi, ilkel ocaklardan madenler çıkarıldı. O nedenle, yıllarca ve yıllarca madencilik sektörünün (arama-araştırma, mühendislik-müşavirlik, işletmecilik vd’nin) niteliği Türkiye’de gelişemedi.

ii) Memleket için özellikle ulusal ekonomi açısından hayati önem taşıyan maden kaynaklarının işletilmesinin hızlandırılması sağlanamadı. Çünkü yatırımları ve bütçeleri sürekli kısılan, üstelik iyi yönetilemeyen kamu madencilik kuruluşları ülkenin mineral kaynaklarını arayamadı; nitelik ve niceliği öyle ya da böyle ortaya çıkarılmış kaynakların işletilmesine yönelik yatırımları yapamadı, yapılmış yatırımları rasyonel işletemedi. Oluşan boşluğu doldurması beklenen özel şirketler de madenciliğe ilgi göstermeyince, 2000’li yılların başlarına kadar Türkiye madencilik sektörü nicel olarak da, nitel olarak da gelişemedi. Tersine sürekli küçüldü. Maden kaynaklarının işletilmesinin yeniden hız kazanması, 2000’li yıllarda yabancı sermayenin başta altın ve mermer olmak üzere ülke kaynaklarına ilgisinin artması, kömür kaynaklarının önemsenmeye başlaması, siyasal iktidarın cömert desteği ile palazlanan sermaye gruplarının özelleştirmeler ve özenmelerle madenciliğe girmesiyle mümkün olabildi. Buna göre ulusal ekonomi açısından hayati önem taşıyan maden kaynaklarının işletilmesinin hızlandırılmasında en azından bir çeyrek yüzyıl kaybedilmiş oldu. Üstelik bu çeyrek yüzyıldaki kayıp, sadece bazı mineral kaynaklarının üretiminden yoksun kalınması da değil. Yıllarca Devletin gözü önünde ancak denetiminden yoksun biçimde icra edilen ilkel madencilik faaliyetleri sonucu yüzlerce insanımız canından oldu, yüzlerce ocak söndü, yüzlerce çocuk yetim kaldı, doğa ve doğal kaynaklar çoğunlukla geri döndürülemeyecek biçimde tahrip edildi.

iii) Proje kapsamında “model” fizibilite etütleri olarak hazırlanan Siirt-Şirvan-Madenköy bakır ve Malatya-Hekimhan-Deveci demir yataklarının işletilmesine yönelik projeler hayli gecikmelerle uygulanabildi. Şöyle ki;

a) Siirt-Madenköy mineral yatağı Etibank’a devredildi. Etibank bu sahayı uzun yıllar “araştırdı” ancak işletilmesine yönelik hiç bir yatırım yap(a)madı. Sonunda ruhsatını devretmek için 2004 yılında ihaleye çıktı. İhale ile sahayı devralan Ciner Grubu şirketlerinden Park Elektrik Üretim Madencilik Sanayi ve Ticaret AŞ, 2006 yılında MTA’da hazırlanan raporda da öngörüldüğü gibi, konsantre bakır üretmeye başladı. Buna göre, Proje kapsamında hazırlanan model fizibilite araştırması raporunda esas alınan bakır konsantresi üretimi, model araştırmanın tamamlanmasından yaklaşık 24 yıl sonra gerçekleşmiş oldu. Ciner Grubu sahayı 2017 yılında Cengiz Holding’e devretti. Sahada madencilik faaliyetleri halen devam etmektedir. MTA’da Eğitim Projesi kapsamında hazırlanan 7 ciltlik model fizibilite raporu Etibank ve Ciner Grubunun projelendirme çalışmalarında kullanıldı.

b) Hekimhan-Deveci mineral yatağı ise 2007 yılına kadar TDÇİ tarafından işletildi. Çıkarılan cevher işlem görmeden (tuvönan olarak) satıldı. 2001 yılında TDÇİ Genel Müdürlüğünün özelleştirme kapsamına alınmasıyla, TDÇİ’ye bağlı kalan son iki işletmeden biri olan Hekimhan Maden İşletmesi (diğeri de Divriği Maden İşletmesi idi) de özelleştirme kapsamına alınmış oldu. 2007 yılında yapılan 33 yıllığına işletme hakkı devri ihalesini kazanan Kolin İnşaat AŞ de önce cevheri tuvönan olarak sattı, 2014 yılından itibaren kalsine siderit üretmeye başladı. Böylece model fizibilite araştırması raporunda esas alınan kalsine siderit üretimi, raporun tamamlanmasından yaklaşık 32 yıl sonra gerçekleşmiş oldu. Eğitim Projesi kapsamında üretilen model fizibilite araştırmasından sonra Deveci sideritlerine yönelik birkaç araştırma daha yapıldığı halde bunların hiç birinde anılan MTA raporundan yararlanıldığına dair bilgiye rastlanmadı. Neden acaba? Bu sahaya ait model fizibilite rapor kopyaları MTA ve TDÇİ’de kayıp mı oldular? Bunlar Türkçeye çevrildi mi, çevrilmedi mi?

iv) Yüklenici olarak Projede yer alan Outukumpu firmasının hazırladığı, fizibilite araştırmalarında el kitabı olarak kullanılması beklenen; “Pretraining of The Turkish Personnel For Feasibility Study Projects”, “Model Feasibility Study of Mining Projects” ve “General Ways to Realize Mining Projects” başlıklı İngilizce dokümanların akıbetleri ne oldu? Bunları yüklenici firmanın teslim ettiği bilinmektedir. Bunlar Türkçeye çevrildi mi, çevrilmedi mi; hemen arşive mi kaldırıldı, birileri mi sahiplendi? Bilgi yok. Ancak Fizibilite Etütleri Dairesinde sonraki yıllarda çalışmış mühendislerin, ne model fizibilite raporlarını ne de bu belgeleri görmediği bilinmektedir.

v) Projenin Nihai Revizyon Belgesi, Bakanlar Kurulunca 5/10/1983 tarihinde onaylandı ve karar 12/01/1984 tarih ve 18250 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre, Proje harcamalarının toplam tutarı 628.435 ABD doları olmuş, bunun 296.244 ABD dolarını Hükümetimiz, 332.191 ABD dolarlık kısmını da BMKP karşılamış. Proje hiçbir amacına ulaşmamış olduğu için bunca parasal kaynak ve ondan çok daha değerli olan yerli-yabancı onca personelin yıllara yayılan zamanı ve çabası heba olmuş; ulusal kalkınmada onlarca yıl kaybedilmiş oldu. Şunu da belirtmeden geçmemek gerekir: Türkiye’de amacına ulaşamayan tek proje ne yazık ki bu eğitim projesi değildir. Her kamu kurumunda/kuruluşunda benzer örnekleri vardır. Dolayısıyla da Türkiye proje çöplüğü hayli büyüktür, denebilir.

5. RÜZGÂR ARKADAN ESSEYDİ

Rüzgâr, ters yönden değil de arkadan esseydi, neler olurdu? Rüzgâr arkadan esseydi derken, yalnızca yukarda sayılan olumsuz gelişmelerin olmaması değil, bunlara ek olarak kamu kuruluşlarındaki aksaklıkların/eksikliklerin zamanla giderileceği, bu kuruluşların giderek daha rasyonel yönetilecekleri de varsayılmaktadır. Yani 1970’li yılların ikinci yarısında Türkiye siyasal-ekonomik-toplumsal krizi yaşamasaydı, 12 Eylül Askeri Darbesi’ne sürüklenen süreçte “karanlık güçlerin” tezgâhları boşa çıkarılabilseydi, 24 Ocak Kararları alınmasaydı, Türkiye’de planlı kalkınma dönemi, KİT’lerin varlığı ve/veya MTA’daki nitelikli ve idealist yönetici ve kadrolar görevlerine en azından yeterli bir süre daha devam etseydi, yöneticiler yaşadıklarından ders çıkarabilseydi, neler olurdu? Türkiye’de hangi alan nasıl etkilenebilir, hangi alanda ne gibi farklılıklar olabilirdi? Bunu asla bilemeyeceğiz. Ancak gerçekleşme düzeyleri değişebilen bazı olasılıklardan söz edilebilir: Bu olasılıklar aslında yukarıda belirtilen olumsuz durumların olumlu halleridir. Ancak yine de açıkça belirtmekte yarar var.

i) Proje amaçlarına ulaşabilir, faaliyetlerinin ve çıktılarının nitelikleri çok daha yüksek olurdu. Buna göre: Fizibilite Etütleri Dairesinin Projede görev alan elemanları daha ileri düzeyde eğitim ve tecrübe kazanır, edindikleri bilgi ve deneyim MTA geneline aktarılır, MTA’da ilgili dairelerden uzmanların bir arada çalışma anlayışı yerleşir, her yeni uygulamada eksikliklerinin giderilmesiyle MTA, dış yardımlara gerek duymadan madencilik projelerinin güvenilir ve teknik açıdan emniyetli fizibilite araştırmalarını yapabilecek kapasiteye erişir; bu entegre çalışma anlayışı Etibank’ta ve TDÇİ’de de yaygınlaşır; sonraki her araştırmada daha iyi sonuçlar alınırdı. Projenin çıktılarından olan Model Feasibility Study of Mining Projects ve General Ways to Realize Mining Projects adlı dokümanlar daha yetkin olur, bunlar Türkçeleştirilerek MTA içinde ve dışında yaygınlaştırılabilir; mineral yataklarını arama-değerlendirme süreci rasyonelleşir; Projenin Türkiye’deki/MTA’daki başarısı, BMKP’yi benzer programları diğer gelişmekte olan ülkelerde de uygulama konusunda cesaretlendirebilirdi.

ii) Projenin çıktılarından olan Siirt-Şirvan-Madenköy bakır yatağı ve Malatya-Hekimhan-Deveci demir yatağı projelerinin fizibilite araştırmaları, varsa eksiklikleri giderilerek, ilgili kuruluşların yatırım kararını yönlendirebilir ve finansman kuruluşlarınca muteber kabul edilip sağlayacakları finansmanlarla bu sahalarda işletmeye yönelik yatırımlar kısa zamanda yapılır; mineral yataklarının işletilmesine yönelik yatırımları nitelikli fizibilite araştırmalarına dayandırma alışkanlığı önce Etibank ve TDÇİ’de, sonra TKİ’de, daha sonra da sektörün tümünde (maden mühendisliği fakülteleri/bölümleri, özel şirketler, Maden Dairesi vd) yaygınlaşır ve zamanla sektöre mal olur; ülkenin mineral kaynak potansiyeli mümkün olduğunca az kaynak ve zaman yitirilerek harekete geçirilir; mineral kaynakların ülke kalkınmasına katkısı hızlanırdı. Örneğin, başta Afşin-Elbistan’dakiler olmak üzere linyit sahaları yıllarca atıl kalmaz, erken zamanda değerlendirilmiş olur, ülkenin enerjide dışa bağımlılığı azalırdı.

iii) Sürekli yeni proje geliştirip uygulayacak kamu madencilik kuruluşlarının, madencilik bilgi ve deneyim düzeyleri gelişir, yeni kadrolar yetişir, yetişen kadrolar sektöre mal olur; Türkiye gelişmiş madencilik kültürüne sahip ülkelerden biri olurdu.

iv) Miadını çoktan doldurmuş olan yürürlükteki 6309 saylı Maden Yasası, sektörün gelişmesine hiçbir katkısı olmayan 3213 sayılı Yasa ile değil, sektöre yerleşen yeni anlayışa uygun olarak diğer ülke örneklerinden de yararlanılarak hazırlanacak daha yetkin bir yasa ile ikame edilir; uzun yıllar bilerek güçsüz bırakılan -o günkü adıyla- Maden Dairesi, yeni Madencilik Yasasının (Maden Yasası değil) ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılır ve güçlendirilirdi. Yeni yasada, kaynak-rezerv ayrımı yer alabilir; arama-işletme ruhsatı verilecek kişilerde teknik, mali, kurumsal yeterlilik aranabilir; işletilebilirliği nitelikli fizibilite araştırması ile ortaya konmayan, bu araştırmalarda ekonomiye ve topluma faydası maliyetinden daha fazla olmayan projelerin işletme ruhsatı talepleri karşılanmaz; madenlerdeki iş cinayeti denebilecek facialar yaşanmayabilirdi. Hatırlanabileceği gibi 3213 sayılı Maden Yasası’nın ilk biçiminde Arama ve İşletme Ruhsatı verilecek kişilerde hiçbir koşul aranmaz iken, 2010 yılından itibaren yapılan değişikliklerde mali yeterlilik aranır, arama ve işletme faaliyetleri biraz ciddi denetlenir oldu.

v) Kamu madencilik kuruluşlarında, ruhsatlı sahaların rödövans karşılığı başkasına işlettirme anlayışı gündeme gelmez, kendileri işletir; rödövans ihalesine çıkacak olsalar bile, yanıltıcı bilgiler içeren şartnamelerle çıkmaz, çıksalar bile gelişmiş madencilik kültürüne sahip sektör temsilcileri o yanıltıcı bilgileri ciddiye almaz, gerçekleşmesi mümkün olamayacak teklifler verip içinden çıkılamaz durumlara düşülmezdi. Rödövans karşılığı işlettirecek olsalar bile daha yetkin projeler ve mevzuatla ve daha etkin denetimle işlettirirlerdi.

vi) Fizibilite Etütleri Dairesinde 1970’li yılların ilk yarısında başlayan kaynak/rezerv tahminlerinde istatistiksel ve jeoistatistiksel yöntemlerden ve bilgisayarlardan yararlanma uygulamaları sürekli geliştirilir, bunların sektör geneline yaygınlaşması 2000’li yıllarda değil çok daha erken başlardı.

vii) Mineral arama sonuçlarının raporlanması ile ilgili uluslararası alanda son 20-25 yılda yaygınlaşmakta olan kurallara Türkiye madenciliği çok daha önceleri ve farklı koşullarda entegre olabilirdi. 

6. BUGÜNLERE DAİR

Projeden beklenen yararların bugünün Türkiye’sindeki bazı konularla ilgisine dair bazı değerlendirmeler de yapılabilir. Bunun için önce madenciliğimizin bugünkü durumuna dair bazı saptamalar yapıp Projeden beklenen yararları hatırlamakta yarar var. 

Madenciliğimizdeki önceki bölümlerde sözü edilen irrasyonel anlayış sürgit egemen olamazdı. Bugünlerde bütünüyle rasyonel bir kulvarda ilerlediği söylenemezse de, kabul etmek gerekir ki madenciliğimiz, Projenin geliştirildiği yıllardakinden pek çok açıdan çok farklı bir yerde. Yerli ve yabancı sermayeli özel şirketlerin payları, maden işletmelerinin niceliği ve teknolojik düzeyleri ile toplumun çevreyi koruma duyarlılığı arttı, kayırmacılığın arttığı algısı güçlendi; yerli mühendislik hizmetleri ile makine imalat sanayisinin düzeyleri gelişti; kamu idarelerinin işlemlerindeki saydamlık azaldı, mevzuat pek çok kez değiştirildi. Maden Yasası’nda, Projeden beklenen yararlarla doğrudan ilgili olan bazı değişiklikler de yapıldı. Bunlar, arama faaliyetlerinin, fizibilite dönemini de içerecek biçimde alt dönemlere bölünmesi ve mineral arama sonuçlarını raporlamada yeni kurallar getirilmesidir. Piyasaya/kamuya sunulacak mineral arama sonuçlarını raporlama esaslarını belirleyen UMREK (Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu) Kodu, mevzuatı bütünlerken, kuralları ayrıntılandırdı. Buna göre, bir “rezerv”den söz edebilmek için, mineral yatağının işletilebilirliğine etki eden madencilik, metalürjik, ekonomik, ticari, hukuksal, çevresel, altyapısal vb etmenleri de dikkate alan ön fizibilite araştırmasının ya da fizibilite araştırmasının yapılmış olması gerekiyor. Böylece 1969 yılında MTA’da fizibilite etütleri birimini kuranların temel gerekçeleri, mevzuata 2010’lu yıllarda yansımış oldu.

Projeden beklenen yararlar ise; MTA'nın detaylı ve milletlerarası standarda uygun fizibilite etütleri ile sonuçlanacak, tamamiyle entegre maden arama-araştırması programlarını yürütebilecek kapasitede bir kuruluş haline gelmesinin sağlanması; ve böylece mühendislik-müşavirlik hizmetlerinde dışa bağımlı olmadan mineral kaynak potansiyelini harekete geçirip, ülke kalkınmasını hızlandırmak, idi. Çünkü, proje kredileri veren finansman kurumları güvenilir fizibilite araştırmaları talep eder(di.)

Entegre maden araştırması ile kastedilen MTA’nın ilgili bütün dairelerinden uzmanların ve belli ise mineral yatağını işletecek kuruluş temsilcisinin katılımıyla oluşacak ekibin maden arama-araştırma sürecinde birlikte çalışmasıdır.

Şimdi de Projeden beklenen yararlar açısından bugünkü durumu irdeleyelim.

i) Kaynak, rezerv ve fizibilite terimlerinin madencilik mevzuatına girmesi, Projenin amaçları ile genelde uyumlu. Ancak Yasa’da arama faaliyetlerinin alt dönemlere ayrılması ile ilgili kurgunun Proje ile yerleştirmek istenen anlayıştan farklı olduğunu da belirtmeden geçmemek gerekir. Şöyle ki:

Yasa’ya göre (madde 17) arama faaliyet dönemi; sırasıyla ön arama, genel arama, detay arama ve uygun bulunması halinde fizibilite dönemlerinden oluşur. Ve “IV. Grup (b), (c) ve (ç) bendi maden arama ruhsatlarında detay arama dönemini takiben fizibilite çalışmalarına ihtiyaç duyularak gerekçesi ile birlikte Genel Müdürlüğe müracaatta bulunmaları ve talebin uygun bulunması hâlinde, detay arama dönemi sonrasında iki yıllık bir fizibilite dönemine hak sağlar.”

Bu kurguda; ruhsat sahibinin ön arama, genel arama, detay arama dönemlerinin sonuna değin sahada pek çok faaliyet yapıp pek çok para harcayıp sahanın tatmin edici bir kârla işletilebilirliğine (fizibilitesine) yönelik hiçbir değerlendirme yapmayacağının, detay arama dönemini tamamladıktan sonra fizibilite araştırmalarına ihtiyaç duyabileceğinin varsayıldığı anlamı çıkmaktadır. (Bu varsayım, her alt dönem içinde yapılacak faaliyetler sayılırken de, her dönemin faaliyet raporları formatlarında da görülebilmektedir.) Ruhsat sahibi fizibilite araştırmasına ihtiyaç duyarsa, bu ihtiyacını gerekçesini de belirterek Genel Müdürlüğe başvuracak, Genel Müdürlük talebi uygun görürse, mineral yatağının işletilebilirliğine yönelik fizibilite etüdü yapabilecek. Genel Müdürlük talebi uygun görmezse ya da uygun görür de fizibilite araştırmalarında madencilik, metalürjik, ekonomik, pazarlama, yasal, çevresel, sosyal, mali vd etmenlerden biri ya da birkaçı nedeniyle mineral yatağının işletilebilir olmadığı sonucu çıkarsa, onca harcama boşa yapılmış olacak. Kurumsallaşmış madencilik firmaları bu modeli esas almıyor, almaları da mümkün değil, Projede öngörülen model ile çalışıyorlar. Bu tür firmalar, ön ve genel arama-araştırma dönemleri sonlarına doğru mevcut bilgilerle ekonomik değerlendirmelerini yapar ve daha ileri aşamalara geçip geçmeme konusunda karar verir. Detay arama döneminin her aşamasında da fizibilite etütlerinin her bir konusunu aşama aşama yürütür, herhangi bir aşamadaki değerler hedeflenenin altına düşerse, o değerler eşik değerler üzerine çıkıncaya kadar çalışmalarını askıya alır, gerekirse sahadan çekilir. Böylece mineral aramalarında önünü görmeden (körü körüne) ilerleme ve gereksiz harcama yapılması önlenmiş olur. Askıya alınma neden(ler)inde olumlu yönde bir değişiklik olursa, çalışmalar yeniden başlatılır. Değerlendirmeler ümitvar olduğu sürece arama-araştırma çalışmalarına devam edilir. Yasadaki bu kurgunun hatalı olduğu 2010 yılında Madenbir[4] adına katıldığımız Yasa’nın ön hazırlık toplantılarından birinde ısrarla söylenmiş, görüşümüz yazılı olarak sunulmuş, ancak bu görüşler dikkate alınmamıştı.

Genel Müdürlüğün kendisine sunulan fizibilite araştırmalarını nasıl değerlendirdiği, hangi kriterlere göre uygun bulduğu ya da bulmadığı sorusu da akla takılan sorulardandır.

ii) Proje ile amaçlanan entegre çalışma biçimi MTA’da hiç uygulanmadı, maden arama-araştırma programları detaylı ve milletlerarası standarda uygun fizibilite etütleri ile sonuçlanmadı. Mineral arama-araştırma programları yalnızca ilgili etüt dairelerince ve bir (bazen birden fazla) jeoloji mühendisi tarafından yürütüldü. Yıllık Faaliyet Raporlarına göre, arama-araştırma programları 2018 yılına kadar “rezerv” bilgileri de içeren raporlarla sonuçlanmış. 2019 yılında ise “Kaynak Raporları” hazırlanmış. Buna göre MTA, Maden Yasası’nda 2015 yılındaki değişikliklerle mevzuata eklenen terminolojiyi 2018 yılı sonuna kadar dikkate almamış, denebilir. Öte yandan, MTA web sitesinin Etüt Hizmetleri sayfasındaki bilgilere göre, “Fizibilite etütleri ile arama çalışmaları süren sahalarda kaynak/rezerv hesaplamaları ile ön ekonomik değerlendirme çalışmalarına ait rapor hazırlama,” ve “Özel kişi ve kuruluşların talep edeceği kapsam ve nitelikte Rezerv ve Kalite, Değerlendirme Raporları hazırlanması,” hizmetleri de verilebilmekte.[5] Ve Maden Yasası’nda MTA’nın Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne (MAPEG)“Kaynak Raporları”na ek olarak “Rezerv Raporları” da sunabileceği varsayılmakta.

Mineral arama-araştırma programlarında nasıl bir çalışma biçimi uygulanmalı? Bir yanda, Maden Yasası’nda kurgulanan ve MTA’da yıllardır uygulanan, bir (ya da birkaç) jeoloji mühendisinin detay arama faaliyetlerinin sonuna kadar mineral yatağında jeolojik etmenler dışında hiçbir etmeni dikkate almadan, ya da üstünkörü dikkate alarak yürütülen model. (Yasa’daki kurgunun MTA temsilcilerince kaleme alınıp toplantılarda ısrarla savunulduğu da not edilmeli.) Diğer yanda, 1969 yılında MTA’da Fizibilite Etütleri birimini kuran ve yazı konusu Eğitim Projesini geliştiren Sadrettin Alpan ve ekibinin hedeflediği ve BMKP’nın uygun görüp desteklediği, kurumsallaşmış madencilik firmalarının uyguladığı ve kitaplarda yazılan; jeoloji, madencilik, cevher zenginleştirme, metalürji, ekonomi, çevre vd gerekli her disiplinden uzmanların entegre çalışma anlayışıyla, en azından detay arama döneminin her aşamasında mineral yatağının işletilebilirliğine yönelik her etmeni (fizibilite etütlerinin her bir konusunu) değerlendirip, değerlendirme sonucuna göre çalışmaları ya askıya alan ya da sürdüren model. Hangisi doğru? Fizibilite Etütleri Dairesinin kuruluşunda yer almış, Eğitim Projesi’nin model fizibilite araştırmalarından birinde ekip liderliğini üstlenmiş biri olarak cevabım nettir: Yazılanlardan da anlaşılabileceği gibi, ikincisi, yani Eğitim Projesi’nde amaçlanan model doğrudur.

Her türlü olanağa sahip, mazisi 80 yılı aşan bir kamu mineral arama-araştırma kurumunun mineral yataklarının işletilebilirliklerine yönelik en azından ön fizibilite düzeyinde araştırmalar yapamaması için görünür bir neden bulunmamaktadır. Hem ruhsatı kendisinde olan sahalarda hem de sektördeki kişi ve kuruluşların taleplerini karşılamak amacıyla mineral arama-araştırma çalışmalarını rezerv tahmini aşamasına kadar götürebilmesi mümkündür. Bunun için, Fizibilite Etütleri Dairesinin (yeniden) güçlendirilmesi ve yazı konusu Eğitim Projesi’nde esas alınan, ilgili dairelerden uzmanların birlikte çalışacağı entegre çalışma biçiminin benimsenmesi gerekir. Böylece önünü görmeden riskli bir sürece girilmesi, gereksiz arama-araştırma yapılması önlenmiş olabilir.[6] Ayrıca, bu alanda yapacağı araştırma ve yayınlarla, geçmişte olduğu gibi, mühendislik hizmetlerinde “çita yükselten”, gelişmeleri/yenilikleri, dünyadaki uygulamaları sektöre aktaran bir kurum olabilir. Olmalıdır da.

iii) Finansman kurumlarının zorunlu tuttuğu güvenilir (detaylı ve uluslararası standarda uygun) fizibilite araştırmalarının yapılmasına dair bugünkü durumla ilgili olarak da şunlar söylenebilir:

a) Özelleştirmeler ve/veya tasfiyeler sonucu, EÜAŞ, Eti Maden, TKİ ve Türkiye Taşkömürü Kurumu dışında, işletmesi bulunan kamu madencilik kuruluşu kalmadı. Kalanlar da doğru dürüst yatırım yapmıyor, pek çok kamu kuruluşunda olduğu gibi asıl işlerini bile genellikle yüklenicilere yaptırıyorlar. Bu nedenle iç ya da dış krediye de, güvenilir fizibilite araştırmalarına da ihtiyaçları olmuyor. DYB, Türk Eximbank’a dönüştürüldüğü için, zaten kamu yatırım projelerini finanse edecek ayrı bir yatırım bankası da artık yok.

b) Rezerv güvencesi ile son ürünün satış ve fiyat garantisi sağlanmadıktan sonra, kamu ya da özel madencilik firmalarına teminat almadan proje kredisi verecek finansman kurumu da yok. Bazı ülkelerde olduğu gibi sermaye piyasasından fon temin koşulları da henüz yeterince oluşmamıştır. UMREK’in kurulması bu yolda bir adım olabilir ancak yolun nereye varacağını zaman gösterecektir.

c) Rüzgârın tersten esmeye başladığı dönemde kamu madencilik kuruluşlarında gelişme sürecinde olan mühendislik bilgi ve deneyim birikimi, o dönemden 2000’li yıllara kadar birkaç istisnası dışında madenciliğe doğru dürüst yatırım yapılmadığı için, erozyona uğradı. Kadroların çok azı özel sektörde hizmet vermeye devam edebildi. Bu dönemde mühendislik-müşavirlik hizmetleri ihtiyacı, küçük ölçekli yatırımlarda yerli şirketlerce, az sayıdaki orta-büyük ölçekli yatırımlarda ise yabancı şirketlerce karşılandı. 2000’li yıllardan itibaren sektördeki nicel ve nitel hareketliliğe bağımlı olarak mühendislik-müşavirlik hizmet arzı da gelişmeye başladı. Günden güne gelişen bilgisayar yazılımlarının sağladığı olanakların da etkisi ile fizibilite araştırması yapabilecek şirket sayıları günden güne artmaktadır; ancak bunların araştırmalarının nitelikleri farklı düzeylerdedir. Nitelikli hizmet verebilen yerli şirketlerin sayısı zamanla artmakla birlikte, özellikle büyük ölçekli yatırımlarda yabancı mühendislik-müşavirlik şirketlerinin ağırlığı halen hissedilmektedir. Bu nedenle MTA’nın piyasaya fizibilite araştırması yapmaması, ülke mineral kaynak potansiyelinin harekete geçirilmesinde, mevcut koşullarda, geçmişteki gibi önemli bir eksiklik sayılamaz; MTA yapmazsa bu alanda her koşulda dışa bağımlı olunacağı da söylenemez.

d) Bu alandaki en önemli eksiklik, madencilik yatırım projelerinin yalnızca yatırımcı açısından değerlendirilmesi, ulusal ekonomi/toplum yararı açısından değerlendirilmemesidir. Oysa MAPEG’in (ve ilgili diğer kamu idarelerinin) mineral kaynaklarla ilgili olarak birilerine hak/imtiyaz/teşvik vb sağlama işlemlerinde, projeleri toplum yararı açısından da değerlendirmeleri gerekir. İki nedenle; (1) İdarî işlemlerin amaç unsuru kamu yararı olduğu için ve (2) doğal kaynak ve servetler topluma ait ve Devlete emanet edilmiş olduğu, bunlardan yararlanmada Devletin, toplumun (da) yararını gözetmesi gerektiği için. Bu amaçla, MAPEG’e (ve diğer ilgili idarelere) sunulacak belirli bir büyüklüğün üstündeki projelerin fizibilite araştırması raporları için de, kamu yatırım projeleri için önerilen fizibilite araştırma rapor formatı uygulanabilir. Kamu yatırım projelerinde ticari analize ek olarak, ekonomik analiz (Bu analizde projenin ülkenin refah seviyesini artırıp artırmadığına bakılır.), sosyal analiz (Projenin Sosyal Etkileri, Projenin Toplumsal Gruplara Etkisi, Bölgesel Düzeydeki Etkisi) yapılması da istenmektedir. Ekonomik ve sosyal analizler ayrıca, Maden Yasası’nın 7’nci maddesi gereği; madencilik faaliyetleri ile kamu yararı niteliği taşıyan veya gerçek/tüzel kişilere ait diğer yatırımların birbirlerini engellemesi, maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi durumunda, kamu yararı açısından yatırımların önceliğini ve önemini tespit etmede de dikkate alınmalıdır.

iv) Projeden beklenen yararlardan bir başkası da, mineral kaynak potansiyelini harekete geçirmek idi. Yakın zamana değin yıllarca, minerallerin aranmasına ve işletilmesine yönelik doğru dürüst yatırım yapılmadığı için, mineral kaynak potansiyelinin harekete geçirilmesinde çok zaman yitirildiği önceki bölümlerde söylenmişti.

v) Fizibilite araştırmaları, projelerin yatırım ve işletme dönemlerinde içinde bulunacakları tüm etmenlerin (ekonomik, mali, teknik, çevresel, hukuksal, toplumsal, kurumsal vb) analiz edilmesi; bir projeye çok fazla zaman ve para harcamadan önce, onun fayda ve maliyetlerini belirlemek için yapılır. Riskli bir sürece körü körüne girmek yerine önünü görerek girmek için yapılır. Ancak, az sayıdaki istisnalar hariç tutulursa, bu tür araştırmaların öneminin Türkiye’de ne kamu idarelerinde/kuruluşlarında ne de özel şirketlerde, ne madencilikte ne de diğer sektörlerde yeterince anlaşılamadığı/önemsenmediği bilinmektedir. Bu tür araştırmalar, ancak zorunlu tutan kurumlar/idareler için ve onların kabul edebileceği “ciddiyette” yapılmaktadır. Sonuçta fizibilite araştırması, gereken çoğu yerde ya yapılmıyor, ya da “mış gibi” yapılıyor. Dolayısıyla da hemen her sektörden kamu ve özel sektör yatırımcıları riskli süreçlere önlerini yeterince göremeden, bir başka ifade ile körü körüne girebilmektedir. Özel kişiler, körü körüne yatırım yaptıklarında, riskini/maliyetini kendileri üstlenir. Ancak kamu kesimi, körü körüne yatırım yaptığında, riskini/maliyetini bütün toplum üstlenmektedir. Maliyetini bütün toplumun üstlendiği yatırımların sayısı da son yıllarda ne yazık ki artmaktadır. Havaalanları, bazı otoyol ve köprüler, şehir hastaneleri, Kanal İstanbul, maliyetlerini toplumun üstlendiği projelerden akla ilk gelenlerdir. Mevzuata göre, bu projeler için de teknik, ticari, finansal, ekonomik ve sosyal yapılabilirliğinin, önceliğinin ve çevreye etkilerinin fayda-maliyet veya maliyet etkinlik analizleri ile ortaya konulduğu fizibilite etütlerinin yapılmış olması gerekiyor. Ancak bu fizibilite araştırmaları ne ölçüde ayrıntılı ve nesnel? Bu tür kamu projelerinde kararlar mı nesnel fizibilite etütlerine dayandırılıyor, fizibilite etütleri mi baştan belirlenmiş öznel kararlara/tercihlere göre şekilleniyor? Kamu yatırım projelerinin topluma maliyetlerinin faydalarından fazla olmasının nedeni, kasıt mı (vurgun mu), beceriksizlik mi? Süreç hemen her alanda olduğu gibi bu alanda da saydam olmadığı için, öncesinde nesnel verilerle yeterince tartışılmadığı için bilinemiyor. Kamu altyapı projelerinde şeffaf, nesnel ve kamuoyunun desteğini alabilecek, gerekirse kamu özel işbirliği modeli uygulanabilecek bir altyapı yatırım projesi sürecine ilişkin güzel bir örnek arayanlar G. Kore deneyimini inceleyebilir.[7]

vi) Türkiye’de, mevcut mevzuata karşın, toplumu ilgilendirdiği halde öncesinde nesnel verilerle yeterince tartışılmadan hayata geçirilen kararların en önemli örneği de yasaların kabul ediliş sürecidir. Şöyle ki:

Halen yürürlükte olan Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’e göre (m. 24), kanun ve kanun hükmünde kararname taslakları için düzenleyici etki analizi (DEA) hazırlanması gerekiyor[8]. Ve taslaklara ilişkin kararların da DEA’lara göre verilmesi gerekiyor. Yönetmeliğe göre, DEA; düzenlemenin (kanun ya da kararnamenin) muhtemel fayda ve maliyetlerinin analizi; sosyal, ekonomik ve ticari hayata, çevreye ve ilgili kesimlere etkileri; yıllık muhtemel toplam etkisi; izlenen danışma ve görüş alma süreçleri gibi hususları da içermeli. Ancak bu yönetmelik yıllarca layıkıyla hiç uygulanmadı. 2017 yılındaki Anayasa değişikliği ile yasaları yalnızca milletvekillerinin teklif edebilir olması ve aynı teklif içinde birden çok yasada değişikliklere yer verilmesi, yani torba yasa uygulaması ile de yasa taslaklarına DEA uygulama şansı fiilen hiç kalmamış oldu. Dolayısıyla da mevcut durumda, çıkarılan / çıkarılacak yasaların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin topluma ve toplumun farklı kesimlerine muhtemel etkileri başlangıçta nesnel kriterlerle ortaya konulamamakta; sonuçta da bu durum, yasaların toplumun değil belli kişilerin çıkarına / yararına olabileceği anlamına gelmekte ki, bu da hukuk devleti tanımı ile bağdaşmamaktadır.[9]

SON SÖZ: Türkiye ne yazık ki yıllardır, önünü nesnel kriterlerle görmeye çalışmadan, olası riskleri yeterince analiz etmeden mineral aramanın; politika, yasa, plan, program ve/veya yatırım yapmanın bedelini çok ağır ödüyor. Rüzgârın arkadan eseceği günlerin bir an önce geleceği umuduyla…

(Eylül 2020)

 

Teşekkür: Yazının içerik açısından zenginleşmesine ve kusurlarının azaltılmasına katkıları nedeniyle sevgili abim Ömer Yenel ile sevgili arkadaşlarım Engin Çubukçu, Mustafa Yörükoğlu ve Nadir Avşaroğlu’na içten teşekkür ederim.

 

------------------------------

[1] MTA, Sadrettin Alpan’ın Genel Direktörlük yaptığı 1960-1978 yılları arasında çok büyük bir gelişme kaydetmiştir. Deyim yerinde ise MTA, Alpan döneminde MTA olmuştur. Alpan’ın yarıda bırakılan girişimlerinden bir başkası da Marmaris Güneş ve Rüzgâr Enerjisi Araştırma Merkezi (MAGREAM)’dir. Alpan’ın bu merkezi 1976 yılında kurması, onun ne kadar uzak görüşlü biri olduğunu gösteriyorsa, 1980 yılında o merkezi kapatan Genel Direktörün de o kadar dar görüşlü olduğunu göstermektedir. O merkez, kapanmayıp etkin çalıştırılabilseydi, Türkiye güneş ve rüzgâr enerjilerinden çok daha önce etkin biçimde yararlanabilirdi.

[2] Güneş Caner’in hepsi MTA yayınları arasında yer alan yayınları: (1) Rezerv Tenör ve İşletilebilirlik Kavramları, MTA Enstitüsü Yayın no:158, 1976, Ankara. (2) Madencilik Yatırımları ve Ekonomik Değerlendirme Teknikleri, MTA Eğitim Serisi no:17, 1976, Ankara. (3) Maden İşletme Yöntemlerinin Ekonomik Açıdan Karşılaştırılması ve En Uygun (optimum) İşletme Politikasının Saptanması, MTA Eğitim Serisi no:18, 1976, Ankara. (4) Maden Ekonomisi (mineral kaynaklarının değerlendirilmesi teknik ve ekonomik kavram, değer, kriter ve yöntemler), MTA Eğitim Serisi no:27, 1983, Ankara. (5) Mineral (maden) Kaynak ve Rezervlerinin Sınıflandırılması (Kavram, Terim ve İlkeleri), MTA Enstitüsü Yayın no:188, 1983, Ankara.

[3] Bkz. Fizibilite Etütleri Dairesi Elemanlarının Eğitimi Projesi Hakkında Bir Değerlendirme ve Bazı Öneriler, https://kayadelen.gen.tr/docs/MTA_Fizibilite.pdf.

[4] Madenbir: Madencilik Müşavir Mühendisleri Birliği Derneği. 2009 yılında mesleğinde kıdemli 45 maden, jeoloji ya da jeofizik mühendisi tarafından kuruldu, yeterli desteği bulamadığı için 2017 yılında tasfiye edildi. Amaçları arasında, “Mesleğin uygulama, raporlama ve denetleme hizmetlerinin ulusal ve uluslararası akreditasyona dayanmasını sağlamak veya kendi bağımsız ölçütlerini, ilkelerini, kurallarını, değerlerini ve usullerini oluşturmak suretiyle akredite eden konumunda olmak” da vardı. Amaçlarının bir kısmını gerçekleştirmek üzere sonradan UMREK kuruldu. UMREK’in kurulmasına yol açan tartışmalarda Madenbir’in çalışmalarının önemli payı olmuştur.

[5] https://www.mta.gov.tr. Son erişim tarihi: 17.09.2020.

[6] Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler için Madencilik Yatırım Projelerinde Temel Kavramlar, başlıklı yazıya bakılabilir. https://kayadelen.gen.tr/docs/TemelKavramlar0208.pdf.

[7] Bkz. (1) Guidelines For Total Project Cost Management, March 2013, Ministry of Strategy and Finance. (2) General Guidelines for Preliminary Feasibility Studies (fifth edition), December 2008, Public and Private Infrastructure Investment Management Center.

[8] Yürürlüğe konulması hâlinde yıllık muhtemel toplam etkisi otuz milyon Türk Lirasının altında kalan kanun ve kanun hükmünde kararname taslakları için kısmi düzenleyici etki analizi, yıllık muhtemel toplam etkisi otuz milyon Türk Lirasını aşan kanun ve kanun hükmünde kararname taslakları için tam düzenleyici etki analizi yapılmalı.

[9] Kayadelen M., Konukman A., ve Türkyılmaz O., “Elektrik Enerjisi Üretiminde Toplum Yararının Gözetilmesi”, Türkiye’nin Enerji Görünümü 2020, TMMOB Makina Müh. Odası Oda Raporu, Mayıs 2020, Ankara.

0563113