Amacına Ulaşamamış Bir Proje ve Düşündürdükleri
Bu yazıda 1979-1982 yılları arasında, o yıllardaki adıyla Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsünde, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) desteği ile uygulanan “Fizibilite Etütleri Dairesinin Güçlendirilmesi Projesi” ve düşündürdükleri konu edilmektedir.
Projeden beklenen asıl yarar; MTA'nın detaylı ve milletlerarası standarda uygun fizibilite etütleri ile sonuçlanacak, tamamiyle entegre maden arama-araştırması programlarını yürütebilecek kapasitede bir kuruluş haline gelmesinin sağlanması; ve böylece mühendislik-müşavirlik hizmetlerinde dışa bağımlı olmadan mineral kaynak potansiyelini harekete geçirip, ülke kalkınmasını hızlandırmak, idi.
Proje bir anlamda, MTA’da tek başına bir jeoloğun/jeoloji mühendisinin, mineral yatağının işletilebilirliğini etkileyen madencilik, metalürjik, ekonomik, ticari, hukuksal, çevresel, altyapısal vb etmenleri dikkate almadan “rezerv” bilgisi içerdiği iddiasını taşıyan raporlar hazırlamasını esas alan yerleşik mineral arama-araştırma sürecine alternatif bir çalışma anlayışının pilot uygulaması idi.
Olmadı. Birileri Projenin amaçlarına ulaşmasına izin vermemişti.
Geçtiğimiz yıllarda Maden Kanunu’na kaynak, rezerv ve fizibilite kavramlarının girmesi, Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu (UMREK)’nun kurulması, bu Komisyon’un hazırladığı “Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Kodu”nda bir “rezerv”den söz edebilmek için en azından ön fizibilite düzeyinde bir çalışmanın yapılmış olması gerektiğinin belirtilmesi gibi gelişmeler, bu projenin ve 1970’li yıllardaki bazı kişilerin çok değerli çabalarının hatırlatılmasını zorunlu kıldı. Ola ki kaynak, rezerv ve fizibilite (yapılabilirlik) terimlerinin ve/veya rezerv kavramından söz edebilmek için (ön) fizibilite araştırması gerektiğinin nevzuhur “icatlar” olduğunu sananlar olabilir. Ola ki, 51 yıl öncesinde birilerinin MTA’da “Fizibilite Etütleri” adlı bir birim kurduğundan bihaber olanlar olabilir. Ola ki, meslekte kıdemi kemale ermiş kuşak mensuplarının tümünü aymazlıkla suçlayanlar olabilir.
Yazıda Projenin amaçları, gerekçeleri, geliştirildiği dönemin özellikleri, amaçlarına ulaşamamasının nedenleri hakkında bilgiler verilmekte; amaçlarına ulaşamamasının madenciliğimize etkileri, amaçlarına ulaşsaydı neler olabileceği vb ile bugünlere dair bazı konularda değerlendirmeler yapılmaktadır.
ELEKTRİK ÜRETİMİNDE TOPLUM YARARININ GÖZETİLMESİ*
Mehmet KAYADELEN**
Aziz KONUKMAN***
Oğuz TÜRKYILMAZ****
1. GİRİŞ
Türkiye’de elektrik enerjisinin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde üretilip tüketicilerin kullanımına sunulmasında oldum olası sorunlar yaşanmıştır. Ancak, 12 Eylül rejiminin hüküm sürdüğü 1980’li yıllarda ülkenin neoliberalizm rotasına sokulması1, sonraki yıllarda çıkarılan, siyasi iktidarlar değişse de değişmeyen bu rotaya uygun yasal düzenlemelerle2, elektrik sektöründe devlet müdahalesinin ve denetiminin azaltılmasının ve elektrik piyasasının serbestleştirilmesinin topluma maliyeti yüksek oldu. Günübirlik politikalar, keyfî uygulamalar ve beceriksizlik de bu maliyeti arttırdı.
Bu maliyet şöyle özetlenebilir:
- Yerli kömür potansiyeli atıl bırakılırken önce teşvik edilen doğal gaz yakıtlı termik santrallerin ve sonra da ithal kömür yakıtlı santrallerin çoğalmasıyla ithalat bağımlılığının artması3;
- hidrolik kaynaklardan daha fazla yararlanma adına akarsu havzalarının telafi edilemeyecek biçimde tahribi;
Mersin’in Kuruluş Dönemine İlişkin Mevcut Tezlerin İrdelenmesi
Mersin, Neolitik Dönem’den itibaren pek çok kavme yurt olmuş, pek çok yönetimin egemenliği altına girmiş, 19. yüzyıl öncesinde yüzyıllarla ifade edilen bir süre ıssızlığa bürünmüş bir coğrafyada ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmeyen, 19. yüzyıl ortalarından itibaren hızla büyümüş bir kenttir.
Mersin’in kuruluş dönemi tarihine ilgi duymaya başladıktan sonra ilk etapta edinilen bölük pörçük ve dağınık bilgilerdeki karmaşa, yetersizlikler ve çelişkiler, yeni yeni okumaları zorunlu kıldı. Gelinen aşamada yeni tezler de içeren bir kanaate ulaşılmış olmakla birlikte, halen cevabı bulunamayan sorular da kaldı. Mersin tarihine ilişkin mevcut görüşlerin konuyla ilgili okumalar ışığında irdelenmesi ve sonuçta oluşan kanaat, bu yazının konusunu oluşturmaktadır. İrdelemelerde, Mersin’in çekirdeğini oluşturan ilk huğların (kulübelerin) yapıldığı tarih ve mevki, adının nereden geldiği, ilk sakinlerinin kimler olduğu, ilk sakinlerinden olan Arap Alevîlerin ne zaman, nereden ve hangi amaçlarla geldikleri gibi sorulara verilmiş birden fazla cevaplar, hareket noktalarını oluşturdu.